Ne biçim kapitalistse, faturaya bir de “kayıp-kaçak bedeli” diye tahsil etmeye mabadı yemeyen kalemleri tutuşturmuş. Olur mu öyle? 

Bir kez bunlar maliyet hesaplarıyla ilgili kalemlerden sayılır. Deprem olunca zarar-ziyanı devlet mi ödüyor? Ne ilgisi var? Salma çıkarıyorsun, sağdan-soldan Akutlar geliyor işlem tamam. Hatta malum (!) fonda havuzladığı için, Allah yardımı da olası. Artık sütüne kalmış, deprem vergisi alırsan kim ne diyecek? “Yol oldu” dediler de “gık” çıktı mı?

Konuya dönelim. Tahsil edemediğin para maliyet gideridir. Yani kayıpsız-kaçaksız elektrik kullanan yurttaşın ödediği veya ödemek için çırpındığı elektriğin birim fiyatı. Çoğu kez de hesap tutmaz. Çünkü çürüyen devlet ilişkilerinde her geçen gün hırsızların sayısında gözle görünür bir artış beklenir ki buna atalarımız “Gemi yüzdürmek” diyegelmişlerdir. Hangi atamızdan yadigâr olduğu henüz bilinmeyen bu söz kimi zaman siyasi partiler düzeyinde şekil bulmuş bazen de gemiden saçılan makarna-bulgur paketleri denize saçılmıştır.

Konuya bir kez daha döneriz ama anlaşıldı sanırım. Kapitalistlere de akıl verecek değiliz artık.

 “Otomatik maliyet bedeli” deyip bağlayacaksın faturayı. Bağladığı yere bir dip not koyarsan çok adil bir şey olur: “MMB dâhildir” (Muhtemel Maliyet Bedeli) 

Ne oldu şimdi. Hani bunda hukuki bir açık taraf?

 Yok.  Hayırlı olsun. Eşkıya eşkıyalığını doğru yapsın da isteriz.

 
ANGARYA

Her şeyi sansürsüz konuşmasıyla ünlü komutan hiçbir sabah içtimasını kaçırmazdı. Her gün askere bir şey söylemek, onları coşkuyla eğitmek için de muhabbetin monoton olmaması lazımdı.

Bugün ne konuşsun? Aklına geleni söyledi bile:

-Söyle bakalım asker; sevişmek, angarya mıdır, görev mi?

Bütün bölük haykırdı:

-Görevdir komutanım.

-Nereden biliyorsunuz?

-Angarya olaydı bize yaptırırdın!...

 

FELSEFE

 

Tam yapacak, yapamıyor. Dilin modeli başka.

Aslına bakarsan tam Zangoç hikâyesi.

Papaz, iki metre ilerisinde duran zangoça sormuş:
"Gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı?"
Zangoç’ta derin bir sessizlik...
lyice köpürmüş Papaz:
“Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun?”
“Hayır, buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim!”
“Olacak şey mi! iki adım öteden beni duymuyorsun...”

Zangoç bıyık atından gülmüş;

“isterseniz yer değiştirelim, anlarsınız...”

Yer değiştirmişler.
Bu kez Zangoç seslenmiş:
“Kilise için toplanan yardımlarını kim iç ediyor?”

Papaz kendi kendine söylenmiş:
“Hakikaten yahu! Buradan hiçbir şey duyulmuyor.”

 

Türk banknotlarını çalarken felsefede bir sıkıntı yoktu ki, yeni kasalar aldığına göre şimdi daha uygun bir ortam var. Roboski’de halkın üzerine bomba yağarken nöbetçi hemşire miydin diye sormazlar mı? Bir lokma çocukların Türkçe tepkilerinden alınan, daha da ileri giderek paniklere kapılan, onlara mermi sıkan kimdi? 

Osmanlıca saray entrikalarının halkın diline düşmesinden korkulduğu için uydurulmuş bir dildir, biliyorsunuz değil mi?

Eeee, saray var işte, dilinden ne para kazacaksın ki?

 

FUAT

AVNİ

Fuat Avni fal baksa uyuyacak zaman bulamaz bundan eminim.

Ben Fuat'la tanıştığım yıllarda ilkokula gidiyordum. Bire-bir görmüşlüğüm var. Az sonra anlatacağım. Şimdi devre arası. (Araya reklam koyabilirsiniz)

(1)

O yıllarda büyük bir çadır kurulduydu Zonguldak'a. Kapı girişinde dileğini, sıkıntını filan yazıp kilitli bir kutuya atıyorsun. Sonra da parayı bastırıp giriyorsun içeriye. Çıt çıkmayacak, birinci koşul bu. Sinema salonu gibi sıralarda oturtuyorlar insanlar. Büyülü bir beklentinin ardından başında sarıkla gelen kişinin asıl konu olduğu anlaşılıyor.

Kapı girişindeki kilitli kutu sahneye getiriliyor. Büyük bir tören bu. Kilidi hala üzerinde. Seyirciden bir kaç gönüllü sahneye çağrılıyor. Birine anahtar verip kutuyu açtırıyorlar. Diğer izleyici içinden çıkar dert ve dilek kağıtlarını tutuşturuyor. Kağıtlar kül olduktan sonra Fuat'ın miyancısı onlardan bir kısım alıp su dolu bardağa koyuyor. Kilitli sandık ve sahneye seçilen gönüllü izleyiciler yerlerine gidiyor ve asıl "iş" başlıyor.

(Az sora devam edeceğiz)

(2)

Korkuyoruz, ürküyoruz. Cinlere sesleniyor Fuat. Arada bir kül suyuna bandırdığı parmağını alnına dayayıp titremeye başlıyor ve örneğin "Salonda Ayşe Zonguldaklı varsa elini kaldırsın" diyor ama, o dakikadan sonra kimse adının okunmasını istemiyor ki. İşe cin bulaştı bir kere. Çadır başıma yıkılacak sanıyorsun. O devam ediyor: Ayşe'nin ne derdi olduğunu biliyor. Ne yapması gerektiğini de söylüyor. Sonrasında parmağını her suya daldırışta salondakilerden birinin filmi başlıyor anasını satim. Nasıl korkmazsın?

Uzatmayalım sağ salim eve gidebildik de yaşıyoruz hala. Parayı çoktan helal ettiydik zaten ama........ "AMA"sı az sonra..............

 

(3)

Aylar sonra boyalı Günaydın gazetesinde Fuat'ın resmi çıktı. Dolandırıcılık masası yakalamış. Adıyaman'da mı neydi.

Olay dilek kutusunun iki bölüm olduğuna aklı basmayan yurttaşların kerizliği ile başlıyormuş. Bir önceki seans kağıtları yakılırken son posta merkez olarak ayarlanan yerdeki telsizciye gidiyormuş. Fuat'ın kulaklarına kadar kapalı ve Hintli görünümlü sarığı altında da kulaklık varmış. Kim nereden bilecek? İlkokul yıllarım. Radyoyu gördük mi seviniyoruz.

Telsizci yurttaşın yazdığı kağıdı Fuat'ın kulağına okursa bunda şaşacak, korkacak ne var halbuki?

Kaç ili dolandırdıktan sonra yakalandıydı Fuat.

Şimdiki Fuat harika ama, diyalektiğe ters yanları var. Osmanlıca bilse daha fazla kişi kandıracak lakin; felsefe yapamıyor.

Sapıttığı noktaları da siz yazın. Yazmazsanız onu da yazarız. Adresi bulmak size kalacak ama.... (Bitmedi)

 

ALAYINA

İTİBAR

Yaşı uzun olsun, kulakları çınların; bu ülkeyi padişahlardan fazla yönetmiş Sayın Süleyman Demirel zamanında Afrika’dan bir kısım çıplak adamlar gelir el-kol hareketleri yaparlardı. Demirel güler, izleyici “bu ne” sorar haber bültenleri zamanında ortalık da şenlenirdi.  

Aksaray’ın peydahlanma süreciyle ilgili olarak da Sayın Cumhur Başkanı itibar konusuna dikkati çekmişti. 

Gerçekten de az veren candan, çok veren “mal”danmış. Son çağrılı ziyaret sırasında değişik kostümler içeren personel sadece takım elbise ile ifade edilen son ve “yeni” Türkiye’ye değil, gelmiş-geçmiş tümüne pandomim oldular:

 

BİJİ

TOPKİLOS

İstanbul büyük şehirlerden daha büyükmüş ama aynı yasa ile yönetiliyormuş. Demesi bu da altından ne çıkacak? Özerklik tezgâhı anlasana. İstanbul’a ful, arabaya beş, eve onbeş. Yağma Hasan börek dağıtıyor.

Yurdun dört bir yanı miyancı. 3-5 çuval ısınacak kömür sıkıntısı çeken yüce millet abandone. Anlaması da gerekmiyor zaten. Eskiden Üsküdar’a atı alanlar geçiyordu, şimdi attan düşenler aziz vatanın dört bir yanını işgal ettiler. Bu işte düzgün hiçbir şey yok.

İstanbul’un peşinden gelecekler belli de. Bizans’tı zaten. Başkanı Tekfur ilan edip kız alışverişine girecekler. Altı-üstü bu. Kostüm sorum değil. Bir dizi eski İstanbul filmi çekildi. Alırlar birinden.

Kaçıncı padişah zamanında yaşıyorsak bunu da Maarif Takvimi yazsın artık. Harem’e röntgene gideceğiz de; cariyeleri “erkek gördük” diye bağrışsın istiyoruz.

Hangisi bilmiyorum; birinden biri yasak veya öteki serbest diğeri yasak. Kılı kırk yaran adalet mekanizmasından çıkmış iki karardı geçen hafa. Apo’ya özgürlüktü sanırım. Bunda sakınca bulunmamış, ama PKK yasak. Hapis vermişler. Ona bakarsan Hakan Fidan kurşuna dizmelik. Diyeceksin ki, ne suçu var, devletin memuru söylüyorlar yapıyor. Biraz “niyet” gibi olacak ama önemli olan “süreç” sanırım. “Süreç ettim yüce millet için” dedin mi, gerisi sayılmıyor.

Telsizci yurttaşın yazdığı kağıdı Fuat'ın kulağına okursa bunda şaşacak, korkacak ne var halbuki.