Ne çok acı ve sevinç ve utanç sığdı bu yıl Sonbahar’a. Yaşadığımız dünyanın üzerinde barınan biz insanların, genetik olarak yeniden evrim değiştirmeye doğru yol aldığımızı, içimizdeki hayvani dürtülerin insanlığımızı yok ettiğini düşünüyorum. İnsanlık neden suç işliyor var olduğundan beri, var mı acaba cevabını bilen.
İki yüzlü hayat gibi, iki ayrı canlıyı barındırıyoruz hücrelerimizde. İnsanlık yavaş yavaş ölüyor ve biz ilkel çağlardaki vahşete doğru yolcu oluyor ve ne yazık ki hayvanlaşıyoruz. O da iyi diyebilirsiniz, hayvan olabilsek keşke, ama evcil olamayacak kadar vahşi olanlarının soyuna doğru gidişat. Yok yok canileşmeye doğru gidiyor gidişat. Niye bu katliamlar neden bu tahammülsüzlük, ne istiyor birileri bir diğerinden.
İçim şişti bu aralar, boşa koysan olmuyor, dolu zaten almıyor. Bir tarafım güneşi görüyor ve umutlanıyor, diğer tarafım kasırgalar içinde boğuluyor adeta.
Oysa ben bu gün bambaşka bir yazı kaleme almak istiyordum.
Şu günlerde dünya gündeminin tamda ortasına oturan terör, ve ne yazık ki bizim yıllardır gündemimizden düşmeyen terör. Ateşin düştüğü yeri yaktığının gerçekliğinde, bedelini bir başımıza ödemek zorunda kaldığımız o lanet terör.
İşte yaşamın bütün dengelerini kökünden sarsıyor ve gündemimizi meşgul etmekten öte önüne geçilmiyor, çünkü çözümsüz kalıyor her nedense.
O kadar çok farklı anlatım dili görüyorum ki, ve onlarca farklı saptama güne dair, gündeme dair. Ayrıca birbirimizi bir kaşık suda boğabilecek kadar gözümüzün dönmüş olduğunu da görüyorum işte o satırlarda.
Terör eyleme dönüşmeden önce algıda şekilleniyor.
Güne dair gündeme dair o saptamalar yaranın ne denli şiddetli kanadığını göstermekle beraber, çaresi konusunda ise çaresiz üç maymun oluyoruz.
Yahu bu ömür denilen giysiyi üzerinden çıkarmayacak olanımız var mı? Hepimiz geberip gitmeyecek miyiz bir gün o kara toprağın kucağına, bırakın da ecelimizle ölelim.
Dedim ya, bu gün bambaşka düşüncelerle kurguluyordum hayatı, ölümü değil de doğumu yazmak istiyordum.
Ama şu Sonbahar var ya, yaprak yaprak döküverdi insanlığımızı, insanlarımızla birlikte yere. Ben umudumu ve yarınlara olan inancımı kaybetmekten çok korkuyorum.
Tutunacak bir dal, bir çıkar yol arayışının içine girmem, sanırım bu yüzden. İşte bu sebepten dolayı bu gün elimde avucumda olanı bilmek görmek istedim. Çünkü kasırgalar güneşi, hala gizliyor içimde.
Şu üst üste gelen insan kıyımları, yarınların endişesi, duyarsız kalıyoruz, çaresiz kalıyoruz paranoyaları çöktü üstüme.
Peki ya yarın, ya sonra…
İki yüzlü ve acımasız dünyanın izdüşümlerindeki birbirine zıt geçiş süresinin, aslını kopya ettiği, acı ve sevinçlerin, yüreğimin üzerine kurduğu düşler köprüleri sayesinde yenileniyorum hayata karşı. Yoksa çoktan tahtalı köyde ikamet ediyordum şimdilerde. Biraz daha fazla yaşayabilmek için bin takla atarken, birilerinin vakitsiz ölüm fermanlarıyla yaşam hakkı son bulan kurbanı olmak istemiyorum, bunu mecazi olarak da söylüyorum.
Geriye dönük bir tahlil yaptığımda yaşamım üzerine, hemen hemen hepimiz gibi, nasibimize düşenlerin ortak paydalarını ve elbette yaşanmışlıklarını daha net görebiliyorum. Çünkü aynı geminin yolcularıyız sadece limanlarımız farklı.
Şu analiz meselesi var ya hani:
Ben acaba diyorum karşıdan bakıldığında ödül müyüm, ceza mıyım yaşam alanlarına girdiğim yoldaşlara, bunun cevabını bilmiyorum, ve merak ediyorum. Ama bu hayatın bana ödül olduğunu biliyorum. Olumsuzluklarına rağmen işte bu ödül için yaşam savaşı veriyorum.
Biz insanoğulları doğduğumuz andan itibaren bir savaşın içinde değil miyiz zaten, silahlarımız farklı olsa da savaş hep var. Yaşamak için mi, ölmek için mi varız bu evrende bilemiyorum. Ama yaşamaya çalıştığımı biliyorum.
Hayatımın vitamini olan, benim kendime özel kıldığım günlerden biriydi bu gün ve ben o özel günün şımarık kız çocuğu olmak istiyordum. Dileklerimi tutup bir yıl boyunca peri kızının mucizelerini beklemek bir sonraki yıldönümüne kadar kendimi oyalamak. Çocukça ve kadınca gelebilir ama öyle…
Bir okur ve yazar olarak yolcu olduğum şimdiki yaşam kulvarımda, zorlasa da beni hayat, aslında minnet duymalıyım geçmişimin engebeli yollarına.
Ve elbette algımda bıraktığı öğütler bohçasına.
Artık zorunlu hale gelen kırıklarım eskisi kadar batmıyor ve yakmıyor canımı.
Biliyorum ki ben hala daha insanım ve öyle kalabilmek için çaba gösteriyorum. Bu gün benim için 19 Kasım….
Heeyy peri kızı dileğimi tutuyorum……..