1919’DAN 1922’YE NE DE ZOR BİR YOLDU SAMSUN- İZMİR ARASI

Abone Ol

Yaşamın tüm ağırlığına rağmen insanoğlunun yaşama azmi ve çabası bütün mucizeleri içinde barındıran bir hikâyedir. Tüm egoları ile başka insanların hayatlarına kasteden egemenler, ihtiras ve hırsla geldiler bu ülkeye. Talan ettiler, darp ettiler, tüm varlıklara el koydular doymadılar, daha da ileriye gitmek için yürüdüler yürüdüler. Bir avuç kalan yaşam havuzunda da boğmak için hiç durmadılar.

Ta ki Polatlı’ya kadar geldiler. Top sesleri artık Ankara’dan duyulur olmuştu ki, 19 Mayıs’ta Samsun’dan atılan özgürlük tohumları yeşermeye başladı. O ilk ışık anlaşılmamıştı belli ki. Hatta öyle şaşırmıştı ki muktedirler bakalım ne yapacaklar diye öyle seyreder olmuşlardı. Oysa karış karış vatan toprağını gezen o ayakları çizmeden başka ayakkabı tanımayan vatan aşığı adamın uzaklarda gördüğünü görmekten çok uzaktılar. Daha 1918’de Adana’dan Haydarpaşa’ya gelişinde söylediği o müthiş öngörü dolu “ Geldikleri gibi gidereler” sözü gibi. Vatanın akıbeti hakkında bir fikri ortaya atan ve uygulayan kişi o milletin bağrından çıkmış ve milletinin ihtiyaçlarını doğru tespit edebilmişse hedefine zaten varmış demektir. Gazi Mustafa Kemal bu milletin ihtiyacını en iyi tespit eden kişidir. Acelesi vardı belli ama biliyordu ki demir tavında dövülürdü. Uzatılacak her aşama bu milletin kıt imkânlarını israf etmek olurdu.

Önce istihbarat dedi. Evet kulakların delik olması, sessiz ve derinden ama ihtiyatlı olmak çok önemliydi. İngiliz Kemal’ler, Gavur Müminler ve Topkapılı Canbaz Mehmet’ler lazımdı. Samsun’a giderken o gemideydi Topkapılı Canbaz Mehmet, Paşasının canını korumaya and içmiş bir fedaiydi. İşte onlardan oluşan bir grup kuruldu Mim Mim Grubu. Ankara’da Hüsamettin (Ertürk) Bey, İstanbul’da Topkapılı Canbaz Mehmet işin başındaydı. Ve o istihbarat başarısı Büyük Taarruzun yerini ve zamanını bile unutturdu Yunanlılara. Bilgi her şeydi ve o bilgiye ulaşmak bu vatan evlatları için çok kolay olmuştu. Onlarda olan silah bizde de oluyordu, onlarda olan dinamit bizde de oluyordu, toplarını, tüfeklerini hatta haritalarını bile Türk Ordusu ile paylaşacak kadar istihbarat ve yer, konum zafiyeti yaşıyorlardı.

19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a giderken yanında bir dizi bilgi ve belge de götürdü. Bu bilgi ve belgelerden bile Kurtuluş Mücadelesini hesap ettiği belliydi. Afyon ve Sincanlı Ovası ile Dumlupınar’ın fiziki konum haritaları olduğu söylenir. Hatta Kılıç Ali bir hatırayı anlatırken, üzerinde geceler boyu düşündüğü bu haritalardan birindeki sigara yanığını anlatır. Öyle yorgundur ki, göz kapaklarının ağırlığı ağzındaki sigaraya galip gelir. Evet tam üç yıl sonra o harita yine masadadır. Yer Afyon Şuhut’tur. Tüm Dünya ile ilişkinin kesildiği gece de o harita o masadadır. Şişli’deki evde başlayan fikir jimnastiği Samsun’da gerçeğe dönüşmek üzeredir. Mangal Dağının mor siluetinde başlayan mücadele 9 Eylül’de İzmir’de son bulacaktır.  

Tahrip edilmiş bir ülkeden on yılda yepyeni bir millet ve devlet yaratan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, silah arkadaşları ve fikir yoldaşları Samsun’a çıktıkları gün bu savaşı kazanmışlar bu ülkeye özgürlüğü getirmişlerdi zaten.

Tabi dönüm noktaları vardır bu hikâyenin. Gazi Mustafa Kemal daha Samsun’a gitmeden bu günkü Covid’e eşdeğer İspanyol Gribini atlatmıştı. Samsun’a çıktıktan sonra böbrekleri rahatsızlandı ve sıtmaya yakalanmıştı atlattı. Ama bu hikayenin bu bölümündeki en önemli detay hiç kuşku yok ki Kazım KARABEKİR Paşa ve Gazi Mustafa Kemal  ATATÜRK arasındaki o ebedi kucaklaşmadır. O müthiş kelimeler “Paşam ben ve kuvvetlerim emrinizdedir”  bu milletin kurtuluşuna atılmış en önemli imzadır. Tarihçi Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL'in şu değerlendirmesi bence de konuyla ilgili en doğru tespittir. “Nasıl ki, gökte bir tane güneş ve etrafında yıldızlar vardır. İşte Mustafa Kemal ATATÜRK güneştir, İsmet İNÖNÜ, Fevzi ÇAKMAK, Ali Fuat CEBESOY, Rauf ORBAY, Kâzım KARABEKİR başta olmak üzere silah arkadaşları da onun etrafındaki yıldızlardır.”

Bu aşamada ilk kırılma noktası da isabetli bir karar verilerek Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrası Sakarya’nın doğusuna çekilmektir. Diğeri ise harp sanatı kitaplarında dahi anlatılan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Meydan Muharebesinde söylediği “ Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır, Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana terk olunamaz.” söylem ve eylemleri Kurtuluş Savaşının dönüm noktalarıdır. 

Bence ATATÜRK’ün kişiliği için varılacak en iyi tespit zeki bir insan olduğudur. Bir kitaptaki tespit bunu en iyi açıklayan cümleleri içeriyor. Zeki bir insan risk alır. O alttan alacağına ölmeye razıdır. Elbette gereksiz şeyler için kavga etmeyecektir, o öze ilişkin olmayan şeyler için kavga etmeyecektir ancak esas şeyler söz konusu olduğunda boyun eğmeyecektir. Mustafa Kemal ATATÜRK de nerede ve ne zaman risk alınması gerektiğini iyi bilen bir insandı. Burada risk alırken yukarıda bahsettiğimiz istihbarat konusunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yinelemek isterim. Zira sizi yere seren yumruğun etkisinin sert olmasından çok nereden geldiğini göremediğiniz olmasındadır. İşte Mustafa Kemal bu risklere hep yumruğu atacak olguyu karşısına alarak girmiştir. Ve düşmana da yumruğunu nereden atacağını asla göstermemiştir.

Kurtuluş Savaşında son dönüm noktası ise Fahrettin ALTAY komutasındaki süvari birliklerinin Afyon’un güneyinden başlayıp, Eskişehir’e kadar uzanan müstahkem Yunan mevzilerini bir bıçak gibi ortadan ikiye bölmesi ve Yunan kuvvetlerinin lojistik destek merkezlerini saf dışı bırakarak İzmir istikametine irtibatını kesmesidir. Öyle ki koskoca cephenin orta yerinde yaban ellerde yetim kalmış bir çocuk gibi şaşkınlık içinde çırpınan birlikler başıbozuk bir şekilde kıstırılmış ve Dumlupınar’da üç dağın arasında sıkışmıştı. Koskoca Yunan Ordusunu bu kadar zavallı durumuna düşüren o kibir yumağı generaller bir bir teslim oluyor, şaşkınlıktan neye uğradıklarını anlayamıyorlar, yumruğun nereden geldiğini göremiyorlardı.

Bu Vatan ve Cumhuriyet kolay kazanılmadı elbet. 26 Ağustos’ta başlayıp Lozan’da biten bir hikâyede ne de çok şey yaşandı bir çırpıda. Yaşananların hepsi dört yılda oldu ve bitti. Yüz yıldır yıkılmadan ayakta duran ve ebediyete kadar ayakta duracak olan bu hikâye, bir milletin kurtuluş hikâyesi olmaktan çok varoluş mücadelesinden medeniyete uzanan bir yolun dikenli ve engebeli arazisinde zafere yürüme coşkusudur.  

Türk Milleti bir piyanonun tuşlarına basar gibi ritimle ezginin mükemmel uyumunu sergiledi. Orkestranın öyle bir şefi vardı ki. Hiçbir tınıyı kaçırmadan, her bir notayı defalarca çalarak işlemişti defterine. Herkes önüne gelen bu eseri ince ince icra etti.

Özgürlüğe giden yolda nice yiğitler vatan toprağına düştü. Ateşe koşan kelebekler gibiydiler. Nazım Hikmet’in o müthiş dizelerinde söylediği gibi “Hava Kurşun Gibi Ağır” diye başlayan ve “Ben yanmasam. Sen yanmasan. Biz yanmasak. Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizeleriyle devam eden bir destanın birer neferi oldular. Kimi kırkında, kimi on altısında düştü vatanın bağrına gelincik çiçekleri gibi kızıla boyaya boyaya. Her biri toprağa düştüğü yaşta kaldı.

Başta Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere bu destanın tüm kahramanlarını şükran ve minnetle anıyoruz. Tıpkı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün milletine olan inancını taşıyoruz içimizde. Biliyoruz ki kim yıkmak için uğraşırsa uğraşsın bu ülke sonsuza dek bağımsızlığından asla ödün vermeyecek.