91.Yıl önce (1926’da) Zonguldak vilayetinde; 64 bin koyun, 80 bin keçi, 59 bin inek, 71 bin öküz, 26 bin manda vardı. Meyve üretimi: Elma, armut, ayva, kiraz, şeftali, vişne, erik, dut, badem, ceviz, fındık, nar, muşmula, kızılcık, çilek, kestane, üzüm. 1926 yılında toplam üretim 21 bin ton. Bunların içinden nar 3 ton, badem 21 ton. Ceviz: 1923 de 3 bin üç yüz ton,1924 de bin altı yüz ton, 1925 de 2 bin altı yüz ton, 1926 da bin beş yüz elli ton. Bakliyat-hububat üretimi: Buğday, arpa, çavdar, yulaf, mısır, darı, pirinç, bakla, fasulye, mercimek, nohut, bezelye, patates 84 bin ton. Bunların içinden pirinç bir buçuk ton, buğday 17 bin ton. Nüfus:251 bin. 121 bin erkek, 130 bin kadın.
Günümüze göre o zamanki ilkel üretim koşullarında olağanüstü ürün çeşitliliği ve üretim var. Bu üretimden haberdar olmayanlar köylere gidip bomboş arazileri gördükçe köy ahalisinin tembel olduğu kanısına varır. Köylümüz kesinlikle tembel değildir. Köyde yaşayan herkes iyi kötü kendi ihtiyacı kadar üretim yapıyor. Pazar için üretimde birçok sorunla karşılaşıyor. Bu sorunların aşılmasının tek yolu 15–20 yıl vadeli sıfır faizli tarım teşvik kredisi ve Kooperatifleşmedir. Üretimden kopukluğun nedeni sadece Pazar ve mali yoksunluk değil. Bunun tarihsel nedenleri de var.
Yüksek vergiler, Madenlerde zorunlu çalışma, uzun askerlik dönemleri -4 yıl-.
Devletin halkın elindeki hayvan ve diğer hububat ürünlerini zorla alması borçlarını ödeyemeyen yöre köylüsünü hem mülksüzleştirdi hemde üretimden yoksun bıraktı. 1942 Mart ayında, Ticaret vekilliğinin emriyle Zonguldak ve bölgesi kazalarında –buna Zonguldak mahallelerinde ikamet eden halkta dahil- halkın elinde bulunan mısır ve buğdaylara el konuldu ve ofis adına Ziraat Bankasına verildi - bu olaya halk arasında “Aşarcılar halkın elindeki buğdayı aldı” denir. El konulan bu mısır ve buğdayları köy ahalisi sırtında çuvallarla köylerden merkezlere olan uzaklıklarına göre 25–30 kilometre taşıdılar. Osmanlı döneminde, Ağnam ve Aşar- Arazi ve Hayvan – vergileri halkı canından bezdirdi. Cumhuriyet sonrası da ürünlerine el konulan köylü bu sefer üretimden kaçtı. Bu el koymalar kalktıktan sonra tekrar üretime yöneldi. Bu zaman içinde miras nedeniyle araziler küçüldü. Küçülme daha devam ediyor.
Ürün verimliliğini artırmak amacıyla suni gübreyi bilinçsizce kullanmaya başlayan köylümüz ilk, beş-yedi yıl önceki üretiminin üç-dört misli ürün almaya başladı. Bu defa Suni gübreyi daha fazla kullandı ama toprağı yandı. Topraklar ürün vermez oldu. Toprağın verimsizleşmesi, yüz yıldan fazla zamandır bu topraklarda üretilen ürünlerin tohumlarının da verimsizleşmesini peşinde getirdi. Köylü çareyi daha fazla ürün veren ithal tohumlarda aramaya başladı. İthal tohumların verimleri gayet iyiydi ama bu sefer ilaç ve çok çeşitli gübreler kullanmak zorunda kaldı. Yörenin en verimli arazilerinden olan Çaycuma, Perşembe ve Gökçebey yöreleri ikinci darbeyi 1968 de Çaycuma SEKA kağıt fabrikasının kurulmasıyla yedi. SEKA’nın bacasından çıkan zehirli Amonyak gazları hem tarım arazilerini kullanılmaz hale getirdi hemde başta kızılağaç olmak üzere birçok ağacın kurumasına neden oldu.
Zonguldak en fazla 25 yıl öncesine kadar gurbetçisi olmayan bir kentti. Devlet ocaklarına işçi alımının durması, 30–40 yıl öncesine göre tüketim mallarının çoğalması, alım gücünün çok kısıtlı olması nedeniyle yaşam şartlarının kötüleşmesi, aile içinde nüfusun kalabalıklaşması, geniş arazilerin miras yoluyla parçalanıp küçülmesi, var olan arazinin verimsizleşmesi vb. vb. nedenlerle köyler boşalmaya başladı. Üretim maliyeti yüksek olduğundan ziraat, tarım ve hayvan ürünlerinden elde edilen para giderleri karşılayamaz oldu. Yöre köylerindeki 80–100 yıllık ceviz, dut ve kiraz ağaçları çok para veriliyor diye köklerinden kesilip İstanbul’dan gelen tüccarlara satıldı.
Bu kesilen ağaçların yerine Ziraattan alınan meyve fidanları dikildi. Bu yeni meyve ağaçları verimli fakat devamlı gübre ilaç ve su istiyor. Bunlar olmazsa verim vermiyor. Halbuki yerli meyve ağaçları hastalıklara ve kuraklığa dayanıklıydı ve bu ağaçların fidanları ziraat müdürlüklerinden alınmazdı. Bir çok yabani meyve fidanını, örneğin Elma, Ahlat Kiraz, Üzüm, İncir, Dut vb. kışın dağlardan söküp arazisine diken yaşlılar, iki yıl sonra o fidana aşı yaparlardı. Bunlar artık yok. Çok verimli diye dikilen mısırların tadı hiç yok. Aynı şey domates içinde geçerli. İşin en vahim yanı artık yöremizde yabani meyvelere aşı yapacak insan kalmadı. Köylerde meyvelerden pekmez yapmasını bilen kadın-erkek neredeyse artık yok. Günümüzde, serme, gözleme, kömeç benzeri hamur işleri yine yapılıyor ama yaşlı ninelerimizin yaptığı kadar lezzetli değil. Köy kadınları bu lezzet farkını yerli buğdayın olmayışına ve buğdayın elektrikli değirmenlerde öğütülmesine bağlıyor. Bu kısmen doğru. Çok azda olsa bazı köylerimizde halen çalışan su değirmenleri var ve burada öğütülen buğdaydan yapılan hamur işleri hakikaten çok lezzetli. Bu farklılığa rağmen hamur yoğurmak bir meziyet işi. Neyse ki yoğurt mayalamasını halen birçok kişi biliyor. Yerli mısır ve tadı ekşi olan yerli domatesin tohumları artık yok. Filyos-Derecikviranda iki tane ,yüz yıllık Antep fıstığı ağaçları vardı. Bunlar yıllar önce kurudular. Bu ağaçlar yöremizde çok bulunan ve Latince adı “Pistacia khinjuk Stoks” olan “Buttum” ağaçlarına Antep fıstığının aşılanmasıyla elde ediliyordu. Yüz yıllık zeytin ağaçları, Kilimli/202 Evlerin civarında bu zeytin ağaçları 25 yıl öncesine kadar 40 köktü, Beycuma, Çaycuma vb. birçok yerde var ve daha ürün veriyorlar. Ama bunun yenilir hale nasıl getirileceğini bilen kimse kalmadı. Bu zeytinlerin meyveleri olgunlaşıp çürüyor. Tüm bu üretimler bir kültürdür. Bir yıl önce ekilen tarım ürününden tohumluk nasıl ayrılır? İnek doğurduğunda sağılan ilk sütten “avuz” nasıl elde edilir? Pekmez nasıl yapılır? Eskiden çok sağlıklı olan kalaylı bakır kazan-tavalarda kaynatılan pekmez günümüzde alüminyum kazanlarda yapılıyor. Meyve suyu ekşi olduğundan alüminyumu okside eder. Yani alüminyum içindeki kurşun, cıva gibi ağır metalleri açığa çıkarır. Bu maddeler insan sağlığı için çok tehlikeli kanserojen maddelerdir. Yani sağlıklı olsun diye yenilen pekmez aslında zehir olarak vücuda giriyor. Pekmezi yapılacak olan meyvenin nasıl bir olgunlukta olması gerekir? Yabani meyveye nasıl aşı yapılır? Meyveden daha iyi ürün almak için örneğin bir armut ağacına, kaç defa aşı yapılmalı? Sebzeler hangi dönemlerinde daha fazla su ister. Hangi dönemlerinde bu sebzelerin suyunu azaltmak lazım. Vb. vb. bunlar hep üretim kültürüdür. Emperyalist tekellerin yıllar önce Anadolu’nun çok besleyici, her tür iklim koşullarına ve hastalıklara dayanıklı yerli buğdayının verimsiz olduğu gerekçesiyle Marşhal yardımı altında “Sonora 64” diye verdiği buğdaydan sonra ülke tarımımız dışa bağımlı hale geldi. İşin bir diğer önemli tarafı da genleriyle oynanmış olan birçok sebze, organik gübre dediğimiz hayvan-bitki gübresini kullandığınızda verimsizleşiyor. Tarım, ziraat ve hayvancılık alanında dışa bağımlı hale gelen ve bu süreçte Anadolu köylüsünün bir kuşak sonrasının üretim kültürünü yitirmesine neden olan hükümetler ve emperyalistler şimdi kalkmışlar organik tarımının daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. Tabii ki doğal yoldan üretilen ürünler sağlıklı olur, çünkü başta o ürün kendisi sağlıklı. Ne yazık ki üretim kültürü köylümüzden yok edildi. Şimdi bu ürünlerin doğal yoldan nasıl yetiştirileceği konusunda ilgili kurumlar kurslar açmaya başladılar. Yine başa dönülüyor. Ama bedeli çok ağır olarak.
Zonguldak’ın; Emeği, doğası ve doğal kaynakları yıllardır talan edilip hayasızca sömürüldü. Bu daha devam ediyor. Yöre halkı tembel değildir. Sadece kömür üretimiyle değil kömüre verdiği binlerce canla; Zonguldak halkına artık ödediği bu bedellerin karşılığının verilmesi zamanı gelmiştir. Bu bedelin karşılığı ve cevabı ”artık başınızın çaresine bakın” değildir.