AİDİYET

Abone Ol


İnsan doğası gereği yalnızlıkla barışık değildir. Barınma, korunma ve beslenme gibi temel faaliyetleri nedeniyle topluluklar oluşturmuştur. Zamanla bu topluluklar kendi aralarında ayrılmış ve topluluğu oluşturma amacı kendini koruma yetisi artık toplumu koruma yetisi olarak da evrilmiştir.
Arada bir çok tarihsel süreçler, rekabetler ve sonucunda savaşlar ile aidiyetlerin sayısal olarak arttığı da görülüyor. Din,siyaset,köken,dil,toprak aidiyetleri gibi...
Ancak asıl gelmek istediğim yer çalışanların şirketlerdeki aidiyet durumunun doğurduğu sonuçlar nelerdir? Kendimize o şirkete ait hissetmek zorunda mıyız? Ya da böyle hissediyorsak bu övünç &utanç duyulacak bir şey midir?
Keskin hatlarla siyah&beyaz ayrımlı bir sonuç ortaya koymak zor. Ancak yapılan ve yıllardır gözlemlediğimiz durumları da ortaya dökme zamanı geldi. Aidiyet duygusu bir günde oluşmadığı yıllarca emek verdiği şirketle kendini evli görenlerin şirketi zarara uğratacak hareketlerden kaçınması elbette mutluluk verici ancak hal ve hareketlerde kantarın topuzunu da kaçırmamak gerek. Aidiyet 'in doğasında koruma dürtüsü olduğu için bu çalışanların bir süre sonra daha çok defans yaptığı, yeniliklerden çekindiği, sınırlarını çizdiği ve bu güven alanından çıkmak istemediği durumlar ne yazık ki sıklıkla karşılaştığımız durumlardandır.
Peki ne yapmalı? Emek veren aidiyet sahibi çalışanla yolları mı ayırmalı yoksa onu körelten aidiyet duygusunu öldürmeli miyiz?
Aslında çözüm yine doğada mevcut; yazınında başında ilk cümlelerde aidiyeti açıklarken barınma temel faaliyetini paylaşmıştım. Anahtarda tam olarak burada. İsteyen rotasyon desin, isteyen crosschange desin ancak kurumlara kendini adamış, benimsemiş fakat doğası gereği yaratıcılığı, enerjisi düşen kalifiyeli çalışanlar için kan değişikliği değil onların yeniden kendilerini bulmaları için fırsatlar oluşturmak gerekir.