Aile… bir çoğumuza, ilk okuldan itibaren, toplumun en küçük temel yapısı olarak öğretilmiş, ezberletilmiş bir kavram… özünde ise ait olduğumuz, ait hissetmek istediğimiz, aslında beni ‘’ben’’ yapan, değiştiren, dönüştüren, eksilten, çoğaltan, güçlendiren…. o temel yapı taşım…
Bizi biz yapan; öncelikle ait olduğumuz ailemiz… çünkü tüm aile fertlerimiz, geçmiş yaşantılarımız hem bizi etkileyen, hem de etkilendiklerimizdir; çünkü ailemizden gördüklerimiz, görmek istemediklerimiz, görememediklerimiz, kaçtıklarımız, sıkı sıkıya tutunduklarımız… hayatımızı şekillendirendir. Tüm bunları yükleriz heybemize, omuzlarımıza ve yüklendiklerimizin hayatımıza nasıl yansıtacağımız muamma.
Anne babamız, kendi ailelerinden aldıklarını bize yansıtırken, biz onlardan aldıklarımızı yansıtmaya devam edeceğiz, nesiller boyu bu bir aktarım… bazen aynı olayı her bir aile ferdi bambaşka yansıtıyor, bambaşka alıyor hayatına… her sorundan her birey aynı derecede etkilenmeyebiliyor. Annesinin şiddet gördüğünü gören bir çocuk şiddete meylederken, bir başka çocuk bu gördüklerini içe kapanma davranışı ile yansıtıyor. Bir döngüdür, aktarımdır devam ediyor…
Bir aile kurarken de kendimize, ailemize, içinde bulunduğumuz topluma, gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz hep büyük, hep çok büyük oluyor aslında… dolayısıyla yine önce kendimizle yüzleşmekle başlıyor en büyük adım… Yaşadığımız herhangi bir sorunu yok saymak veya sorun yaşadığımız bir aile ferdimizi yok saymak bizi tam anlamıyla sağlıklı ve ya mutlu bir birey yapmıyor… ’’Eşimle sorunlarımız var ama çocuğumuza karşı hiçbir sorumluluğumuzu aksatmıyoruz’’ veya ‘’Konuşsak da anlamıyor, siz tanımıyorsunuz eşimi/annemi/babamı...’’ diyerek, olaylara bakış açımızı değiştirmedikçe, yalnızca sorunları kendimize yük etmeye devam ederiz… Asıl mesele sorunları çözümleyebilmekte asıl mesele harekete geçebilmekte; çünkü güvenli, huzurlu bir aile ortamında yaşamak, önce kendimize… önce kendimize karşı sorumluluğumuz. Ardından sağlıklı, mutlu, huzurlu, başarılı bir çocuk yetiştirmek için de, bu huzuru, dinginliği, güveni ebeveynleri olarak çocuklara yansıtmak en temel sorumluluğunuz oluyor.
Tüm bunlar zor geldiğinde, çok can atıcı savunmalarımız vardır… ‘’ bizim zamanımızda da böyleydi, biz de çok kavga gördük, biz de huzurlu bir ortamda büyümedik, ama iş güç sahibi olduk, bize bir şey olmadı… ‘’ öyle aşinayız ki benzer cümlelere öyle çok duyuyoruz ki… halbuki bir kabul etsek herkes gibi herkes kadar, yaralarımızla büyümüş olabiliriz… belki o yaraların olmasa daha sabırlı olursun, belki daha başarılı, belki daha mutlu olursun… önemli olan o yaraları onarmaya çalışmak, kendini, iç dünyanı, sonra dokunduğun insanları, aileni, yaşadığın toplumu iyileştirmek, güzelleştirmek; çünkü üstünü örttüğümüz tüm sorunlarımız aslında omuzlarımızda hep bir yük…’’
Her birimiz farklı aile yapısında, farklı sorunlarla, farklı tutumlarla yetişiyoruz… tüm bu farklılıklarla bir olmaya bir arada olmaya, bir aileyi kurmaya çalışıyoruz… her birimizin, sorunlarla baş etme becerisi, yüzleşmesi, iyileşme süreci, sancıları farklı ve tüm bunlara rağmen bir arada olabilmek bir aile olabilmek bilinçli olmaktan, doğru iletişimi kurabilmekten, birbirimizi duymaktan, ama evvela dinlemekten geçer… duyuyor musun beni?
Öyleyse, önce bir dinle? Kendi sesini duyuyor musun? Bir dinle… önce kendini dinle, aklında bulunsun, kendini duyarsan, dinlersen, sesini, sözünü daha güzel duyurursun…
Sevgilerle;
Sultan UNCU
sltnuncu@outlook.com