Türkiye onu Hatay Hassa Mehmet Akif Ersoy İlkokulu 1/C sınıfında tahtaya öğrencilere hitaben yazdığı mesajla tanıdı.

"Öğretmeninize sımsıkı sarılın... Derslerinize çok çalışın, çalışın ki sağlam aranızdan iyi mühendisler çıksın ki sağlam binalar inşa edin. Edin ki başka çocuklar öksüz kalmasın" yazarak ulusal medyada haber olan 14 yıllık madenci Hüseyin Yıldırım, Halkın Sesi'nden Mustafa Özdemir'e konuştu. İki gün önce deprem bölgesinden gelerek Çaycuma'ya bağlı Nebioğlu beldesi Ahmetoğlu Köyündeki baba evinde istirahat eden Hüseyin Yıldırım, "Bir, ilk gün Hassa'ya gittiğimde insanların yalvaran gözlerle yanımıza gelip yakınlarını kurtarmamızı istemesini, bir de Zonguldak'a dönüşte arkamızdan bakışlarını hayatım boyunca unutmayacağım. Günün birinde o okula gidip teneffüs zili çaldığında çocukların oynadığını görmek, onlara sarılmak çok isterim. Aklım hala Hassa'da..."  dedi.

Hatay'da iğneyle kuyu kazarak çalışmalarına rağmen hiç bir maden işçisinin ağır yaşam ve çalışma koşullarından bir kez olsun şikayetçi olmadığını ifade eden 2 çocuk babası Yıldırım, "Ben dededen, babadan madenciyim. Her gün kelle koltukta çalışıyoruz. Gün geldi madende göçük altında kalarak ölümü ensemde hissettim. Ama ben böyle felaket görmedim. Deprem değildi gördüklerim. Sanki yerin altından bir canavar geçmişti. Keşke madenci ilk gün deprem bölgesine gitseydi... Her şey çok daha farklı olurdu. 48 saat sonra enkaza girdik. Kazma kürekle bu kadar oluyor... Eğer teçhizatımız olsaydı harikalar yaratırdık" şeklinde konuştu.

Mustafa ÖZDEMİR: Öncelikle insanlık adına senin şahsında tüm madenci arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Kendisini en az senin kadar "Zonguldaklı" hisseden biri olarak hepinizle gurur duyduk. Günlerce enkazda çalıştın. Merak ediyorum hiç göçük altında kaldınız mı? O duyguyu herhalde en iyi maden işçileri bilir.

Hüseyin YILDIRIM: 14 yıllık madenciyim. Daha 2 yıllık maden işçisiyken 2011 yılında göçükte kaldım.

Sarma dediğimiz ayaktan tahkimat almıştım. Sulu dediğimiz bir damardı...

Kömürü alırken timsahı düşünün. Kömür o timsahın ağzında... Ben nasıl o timsaha yem olmadan bu kömürü alırım diye düşünüyoruz her gün...

Tavan yüksek olduğu için tahkimat önemli. Daha önce kurslar aldık. Sarmayı kaldırdığımızda göçük oldu. Kömür ile tavan postası altında kaldım. Domuz damını altında kaldım.

Mustafa ÖZDEMİR: Kömür posası üzerine devrildi... Işıkla irtibatın kesildiğinde neler düşündün? O anki ruh halini anlatır mısın?

Hüseyin YILDIRIM: Aklıma ilk gelen baretimi yüzüme alıp oksijen alanı yaratmaya çalışmak oldu. Yaklaşık 5 dakika kömürün altında kaldım. Oksijenle irtibatım kesildi. Hayatın film gibi gözünün önünden geçiyor. Ailen aklından geçiyor. Nasıl kurtulurum diye düşünmeye başlıyorsun. Göçük anında yanımda yedek tabir ettiğimiz işçi arkadaşım vardı. Onu ittim. O göçükte kalmadı. Domuz damının arasına düştü. Ocak içinde yaklaşık 15 kişi vardık. Arkadaşlarım ilk önce başını kömürden kurtardı. Üzerime tahkimat yaptılar. Herhangi bir göçüğe karşı. O beş dakika bana bir ay gibi geldi. Hayatım bir film şeridi gibi geçiyor. Belime kadar kömür ve posa altında kaldım. Üzerime düşen göçük 7-8 ton civarındaydı. Taşı kriko ile kaldırdılar. Daha sonra kömürün içinden aldılar.

Omuzum çıkmıştı, sol kolumun el bileği kırıldı. Sol işaret parmağımda damarım kesilmişti. Arkadaşım üzerindeki tişörtle kolumu sıkarak kanamayı durdurdu.

Yaklaşık 20 dakika içinde göçükten alındım. Daha sonra kuyu başına getirilen ambulansla hastaneye sevk edildim. Yaklaşık 6 ay istirahat aldım.

Mustafa ÖZDEMİR: Ölüme bu kadar yaklaştığın halde 6 ay sonra yeniden aynı ocağa girmek... Neden?

Hüseyin YILDIRIM: Bu bizim ekmeğimiz. Ailemi geçindirmek için. Bu da bizim yaşam mücadelemiz. Madencilik bize atadan geliyor. Dedem madenci... Babam da... İkisi de Dilaver'den emekli... Dedem pinamokonyoz yani meslek hastalığından 38 yaşında vefat etmiş. Bu baca tütecek.

Mustafa ÖZDEMİR: Daha önce hiç göçükte kalan birine müdahale ettin mi?

Hüseyin YILDIRIM: Evet..

Bu konuda soğukkanlı biriyim. Göçük, kurtarma çalışması bizim işimizin bir parçası. Tecrübe de üzerine eklenince soğukkanlılığını korursan en kısa zamanda en doğru yöntemle müdahale ediyorsun...

Mustafa ÖZDEMİR: Ve deprem... Depremi nasıl öğrendin? İlk gün neler oldu TTK'da?

Hüseyin YILDIRIM: Pazartesi sabah işe gitmek için saat 07.00'de servise bindim. Yolda telefona bakarken deprem oldugunu gördük. Arkadaşlarımızla depremin analizini yaptık. Gün ağarınca depremin vehametini anladık. İşyerine gidince mühendisim Emre Bey'in yanına gittim. Ben gönüllü olarak gitmek istediğimi, ilk sıraya beni yazmasını istedim.

Daha sonra depremden hasar gören illere TTK'nın her bölgesinden ekipler gönderilmeye başlandı. Ben niye gitmiyorum diye hayıflandım. İlk etapta tahlisiye ekibi daha sonra işçiler gitti.

Mustafa ÖZDEMİR: Peki herkes aynı şeyi söyledi. Madenci bölgeye 48 saat sonra gitti. Neden? Sana göre de erken gidilse çok şey fark eder miydi?

Hüseyin YILDIRIM: İlk gün evimize gönderdiler. Mühendisim Emre beyi arayıp "uyuyamıyorum, kar yağıyor, depremin boyutu büyük. Beni gerekirse senelik izinden kullanıp gönderin dedim.

O da yarın her şey belli olacak. Sana söz veriyorum" dedim. O da, "ilk seni göndereceğim" dedi.

Depremin ikinci günü bölgeye gönderme kararı aldılar. İkinci gün işe gider gibi evden çıktık. Hiç bir hazırlığımız yoktu. İşin boyutu büyüyünce tüm arkadaşlarımız amirlerine isimlerini yazdırıp gitmek istediklerini söylediler. Akşam saat 17.00'de ismim okundu. 18.00'de Saltukova Havaalanında olduk. Yaklaşık 100 kişiydik. Hava muhalefeti nedeniyle uçak kalkamadı. Ankara Esenboğa'ya gidip askeri bir uçakla gece saat 24.00'de Adana İncirlik hava üssüne indik. İncirlik'ten gece 01.30'da yola çıktık. Yolda çok trafik olduğu için sabah 06.00'da Hatay Hassa'ya indik.

Mustafa ÖZDEMİR: Deprem bölgesinde nasıl bir manzara ile karşılaştın? İlk izlenimin ne oldu?

Hüseyin YILDIRIM: Hatay merkezden geçerken, "Burada deprem olmamış burada kıyamet kopmuş" dedim. Arkadaşlarımla bir analiz yaptık. "Halkın acısı var tepkili olabilirler. Karşılık vermeyeceğiz" dedik. "Acılarından dolayı hakaret bile etseler karşılık vermeyeceğiz. Yardıma geldik diyeceğiz" diye konuştuk.

Hassa'ya girdiğimizde insanlar bizi görünce önümüze koştular. Her yer yıkılmış... 5 katlı ev 1 kat gibiydi... İnsanlar bir panik içinde. Mahşer yeri gibiydi.

Araçlardan inip kazma, kürek, tokmak ve jeneratörü taşıdık. Halk yanımıza gelip yalvaran gözlerle yakınlarımızı kurtarın diyordu. Kimini çocuğu, kiminin anne babası enkaz altındaydı. Belediye başkanı domuz damı ve tahkimatlar yapmak için ağaç istedik. Deprem olduktan 48 saat sonra ilk kazmayı vurduk.

Ekiplerimizi 10'ar kişilik gruplara böldük. Bende kendime ekip kurdum.

Hepimiz bir binaya yayıldık.

Mustafa ÖZDEMİR: Öyle bir kaos ortamında nasıl bir iş planı yaptınız?

Hüseyin YILDIRIM: Önce bina ve kaç kişi olduğu hakkında bilgi aldık. Bunu bir kağıda döküp binanın bir analizini yaptık. İlk girdiğimiz binada 14 yaşında bir kız çocuğu vardı binada. Önce merdiven boşluğunu bulduk. Merdiveni takip ettik. Daha sonra tahkimat yapıp evin çelik kapıya ulaştık. Çelik kapının altında kalmıştı. Maalesef cenazesini aldık. O gece hiç durmadan çalıştık. Bizi durduramazsınız... Biz bir can dada kurtarmak için gittik oraya. Yemek yemedik, su içmedik. Zaman çok önemliydi bizi için. Hatay Hassa çok kötüydü. Diğer ekiplerde hep cenaze aldı.

Gece 3-4 gibi ara verdik. El feneri ve floresanla enkaza girdik. Kafa lambası bile yoktu.

Mustafa ÖZDEMİR: Ekipmanlarınız yoktu... Kazma kürekle çalıştınız. Yabancı kurtarma ekipleriyle madencileri kıyaslama yapacak olursanız. Fark neydi?

Hüseyin YILDIRIM: Biz iğneyle kuyu kazdık. Ama onlar kıyafetlerinden ekipmanlarına kadar tam teçhizat ile geldi. Biz ise kazma kürekle ikinci gün 10 katlı inşaata girdik.

Ürdünlü arama kurtarma ekibini görünce, "Bunların elindeki imkanlar bizde olsa mucizeler yaratırdık" dedim kendi kendime... Domuz damı ve tahkimat yapmak için motorlu testeremiz bile yoktu. Biz demiri makasla 10 dakikada kesiyoruz. Yanımdaki Ürdünlü kurtarma ekibi 1 dakikada elektrikli makasla kesiyor. Zonguldak'ta bu potansiyel var ise imkanlar da olmalıydı.

Ben kendi çalıştığım kurum yöneticilerine, sendikama bu konuda bir şeyler yapılması için gerekeni söyleyeceğim.

Mustafa ÖZDEMİR: Hepimizin en çok merak ettiği şey: İnsanlar depreme nerede yakalanmış. En çok nereden ceset aldınız? O panik halinde insan davranışları nasıl oluyor?

Hüseyin YILDIRIM: En çok cenaze aldığımız yerler; asansör boşluğu, asansör önü, binaların girişindeki koridorlar. Bazıları oturma odasında koltuğun, masanın arkasına yanına saklanmış.

Ama yoğunluk merdiven ve merdiven boşluğunda...

Mustafa ÖZDEMİR: TTK'dan giden 3 bin 553 madenci ilk gün orada olsaydı ne değişti?

Hüseyin YILDIRIM: İlk gün gidilseydi çok şey fark ederdi.

Bir binada 20 kişi varsa en azından 15'ini sağ çıkarırdık.

Mustafa ÖZDEMİR: Deprem bölgesinde gördüğün en büyük sorun neydi?

Hüseyin YILDIRIM: Yemek ve su vardı. Ama koordinasyon yoktu. Bilinçsiz çalışma vardı. Ürdünlü ekip bize müdahale etmek istedi. Bizi tehlikeli diye enkaza sokmak istemedi. Biz domuz damı yaparken onlar da şaşırdı. Baktılar olmadı, bunlar durmayacak deyip bir süre sonra onlar da bize yardım etmeye çalıştı. Enkaz alanında soğukkanlı olmak ve tecrübe çok önemli. Bu da maden iş işinde var. Her kafadan ses çıkarsa kaos olur. Aynen de öyle oldu.

3'üncü günü organizasyonu Valinin talimatıyla madencilere bırakıldı.

Mustafa ÖZDEMİR: Yaşam koşullarınız nasıldı?

Hüseyin YILDIRIM: Hatay Hassa'da 6 gün kaldım... İki gün çadırda kaldık. Daha sonra Mehmet Akif Ersoy İlkokulu'nda sıraların üzerinde battaniyelere sarılıp, ısınmak için birbirimize sokulup yattık. Zaman zaman dışarda ateş yakıp ısınmaya çalıştık. Ama hiç bir arkadaşım şikayet etmedi. Çünkü niçin ve nereye geldiğimizi iyi biliyorduk. Bizden çok daha zor durumda olan insanlar varken şikayetçi olmak gibi bir lüksümüz yoktu. Yemek problemi hiç olmadı. Askeriye her türlü imkanı sağladı. Enkazdan çıkan tencerelerde ateş yakıp su ısıtarak duş aldık. İletişim için sürekli şarj bitmesin diye telefonu kapalı tuttum. Ailemle iki gün arayla görüştüm. Dördüncü gün elektrik geldi. Ama ilk 48 saat sıkıntılıydı. Gündüz güneş var ama gece eksi derecelerde donduk.

Mustafa ÖZDEMİR: Okuduğumuz, izlediğimiz haberler göğsümüzü kabarttı. Kurtarma görüntülerinin yanı sıra buldukları paraları iade eden madencileri de gurur duyarak izledik. Benzer olaylara şahit oldunuz mu?

Hüseyin YILDIRIM: Evet... Enkazda canlı ararken bir eve girdik. Bir cüzdan bulduk. Komutana verdik. İçinde altın ve bilezik çıkmış. Hiç bir madenci arkadaşım böyle bir şeye tenezzül etmez. Ben de bütün madencilerle gurur duyuyorum. Orada olmamızın tek nedeni vardı. Bir hayat kurtarmak.

Mustafa ÖZDEMİR: Depremin hepimiz üzerinde yarattığı travmalar oldu. Ama sen ateşin düştüğü yerdeydin. Şimdi arkana baktığında ne görüyorsun. Hayata bakış açın, yaşam felsefen değişti mi?

Hüseyin YILDIRIM: Olmaz mı? Bu dünyanın ne kadar boş olduğunu yaşayarak anladım. Mala, paraya önem vermeden, insanları kırmadan yaşamayı istiyorum. Emekli olunca, deniz gören güzel bir evim arabam olsun hayal ediyordum. Şimdi sağlık olsun yeter diyorum. Gördüm ki insanlar bir ömür çalışıp kendine mezar alıyormuş.

Mustafa ÖZDEMİR: Altı gün boyunca hafızanda kalan fotoğraf karesi neydi?

Hüseyin YILDIRIM: Bir babanın feryadını gördüm. Eşi ve iki çocuğunu enkazda kalmış. "Ben bütün paramı bu eve verdim. Meğer aileme mezar almışım" dedi. Ve dönerken arkamızda kalan bakışlarını asla unutamayacağım. Çünkü biliyorum ki, bundan sonrası çok daha zor insanlar için...

Telefonlarımızı yazmıştık... Hala arayanlar var. Teşekkür ediyor, helallik istiyorlar. Çok ama çok duygusal anlar yaşadım. Deprem değildi gördüklerim... Sanki yerin altından canavar geçmiş. Aklım hala Hassa'da...

Mustafa ÖZDEMİR: Türkiye seni Hatay Hassa Mehmet Akif Ersoy İlkokulu'nda 1/C sınıfının tahtasına öğrencilere yazdığın mesajla tanıdı. Ortaokul mezunu bir maden işçisini filozof yapan duygu neydi?

Hüseyin YILDIRIM: Giderken arkamda bir mesaj bırakmak istedim. Nihayetinde söz uçuyor yazı kalıyor...

Çocuklara bir mesaj bırakmak istedim. Ben okuyamadım. Keşke  okuyup bir mühendis bir doktor olsaydım. Ama inanıyorum onların içinden iyi mühendisler çıkacak.

Aslında onlara moral vermek istedim. Arkadaşımız fotoğrafını çekip benden habersiz sosyal medyada yayılınca haber oldu. Canlı yayınlara çıktım. Hala daha canlı yayınlara çağırıyorlar.

Mustafa ÖZDEMİR: Aklım orada kaldı diyorsun ya... Günün birinde o okula gitmek ister miydin?

Hüseyin YILDIRIM: Evet bunu çok düşündüm. Günün birinde o okula gidip o çocukların tenefüs zili çaldığından koşup oynarken görmek, öğretmenleriyle tanışmak, o çocuklara sarılmak isterim. O an onlara ne derim bilmiyorum ama inşallah o sırada oturan hiç bir çocuk hayatını kaybetmiştir...

Mustafa ÖZDEMİR: Hiç ağladım mı?

Hüseyin YILDIRIM: Gizli gizli ağlarım. Arkadaşlarım beni sinirli bilir. Ama duygusal bir insanım. İlk gün 14 yaşındaki Zeynep'in cenazesini aldım. Benim de 2 çocuğum var. Hep düşündüm... Kim bilir ne hayalleri vardı. Galiba bu travma ve gördüğüm manzara ömrüm boyunca aklımdan çıkmayacak.

Mustafa ÖZDEMİR: Yarın sabah uyandığında başka bir bölgede deprem olsa gider misin? 

Hüseyin YILDIRIM: Yaşadıklarımın beni psikolojik olarak olgunlaştığını düşünüyorum. Yarın sabah bir yerde deprem olsa hiç düşünmeden yine giderim. Eminim bütün madenciler aynı şeyi yapar. Gider bir canlı kurtarmak için yardım ederim. Çünkü bizim gözümüz kara.. Allah'ın izniyle girip çıkamayacağımız yer olmaz.

Mustafa ÖZDEMİR: Son bir mesajın var mı?

Hüseyin YILDIRIM: Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın. Ama ders çıkarıp hazırlıklı olmak lazım. Deprem bölgesinde iyi niyetli vardı organizasyon ve bilinçli çalışma yoktu. Bu kötü tecrübeden ders çıkarmazsak olası bir faciada aynı şeyleri konuşuruz.