ANILARA SARILIP ISINMAK

Abone Ol

     Deprem kayıplarımız, acılarımız bizi dönüp dolaşıp yapılarımıza yoğunlaştırdı.
Yapılarımızı kurduğumuz yerler, yapılarda kullandıklarımız, denetimler... günlerdir gündemimizde.

     Suçlama, suçlanma kendimize taşıdı bizi. Sorgucu olduk hepimiz. Sorgulama ve gereğini yapma sorumluluğumuz, görevimiz.

     Bir iki tanım notlayayım önce:
     Yapı: "Barınmak veya başka amaçlarla kullanılmak için yapılmış her türlü mimarlık eseri, bina."

     Mimarlık: "Binaları ve diğer fiziki yapıları tasarlama ve kurma sanatı ve bilimidir."

     Mühendislik: Yol, köprü, yapı, gemi, makine ve uçak vb. yapımı, maden, su, elektrik işleri gibi bayındırlık ve zanaatla ilgili teknik çalışmalardan birini konu edinen meslek.

     Yapı deyince, biz, önce ev anlarız; sonra okul, hastane, dükkan... vb.

     Yapılarımız bizim gibidirler. Biz nasıl bir çevrede yaşıyorsak onlar da öyle... Onlar da bizim gibi doğup donanıp yaşarlar; günü gelince yıkılıp yok olurlar.

     Çoğumuz beslenmemizden, eğitimimizden, sağlığımızdan kıstıklarımızla konut sahibi oluruz. Diğer alanlarımız nasılsa evlerimiz de öyledir.

     Evlerimiz canlıdır. Evlerimiz, canımızdır, malımızın korunağıdır, onurumuzdur. Kendimize nasıl bakarsak onlara da öyle önem veririz gücümüz yettiğince.

      Başını sokacak ev sahibi olanların adaklarından yemişliğim çoktur. Birçok yapının girişinde boynuz, nazar boncuğu gördüm. Kendisinden çok eviyle hava atanı izledim. 

     Sıcak yuvamız evimiz, okulumuz... İnsan yuvasını, sevdiğini sağlam yapıp tehlikelerden sakınmak ister tabii. İster de...

     Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz yine: Bilgili olma, yapı bilimine göre davranma...
Ah, para! Kör olası para, her yerde çıkıyor karşımıza! 

     Hastalandığımızda acillere, uzman doktorlara koşuyoruz, sıralarda bekliyoruz. Doktorların tanılarına göre onarıyoruz, besliyoruz bedenimizi, ruhumuzu.

     Yapılarımız da bizim gibi eksik ve yanlış doğuyorlar, eksik besleniyorlar. Onlar hastalandıklarında onarıma güç vermiyoruz belki de yeterince. Dış etkilere dayanamayan yuvalarımız çökerken bizi de götürüyorlar. Bunun örneklerini çok gördük.

     Dillendirmek de sakınca yok. Bu dünyada dik durmak için güçlü olmak gerekiyor. Güçlü olmak gelir düzeyini artırmakla ilgili maalesef! Yoksulluk ağrımızdır, acımızdır bir bakıma.

     Ben bu yaşıma gelinceye dek 15 evi, 5 koğuşu, 1 barakayı, 2 çadırı konut edindim. Onların çevresinde mimarlıkla ilgili, diplomalı kimse görmedim, göremedim. Evlerin çoğu konu komşu tarafından yapıldı. Taş toprak, çalı çırpı, ne bulunduysa...

     17 Ağustos yıkımında gördüm ben ilk kez yapı mühendisini. Yapımızdaki çatlakları ben gösterdim ona. "Az hasarlı!" dedi gitti. Sonra "Orta hasarlı" dendi yapımıza. Güçlendirildik. Kendimize benzettiğimiz yuvamızda yaşayıp gidiyoruz. Paramız olursa deprem görmemiş yuva edineceğiz inşallah!

     Ha! Deprem sırasında yaptığım baraka fırtınada uçup gittiğinde bile ne çok korkmuştuk!

     41 yıl aynı okulda yaşadım. Orası da bana yuva olmuştu acısıyla, tatlısıyla. 1999'dan beri öğrencilerimizle birlikte yaşadığımız yapı geçen yıl, yeniden mühendis görmüş. 23 yıl sonra yıkım kararı almanın hüznünü gördüm okulumda. 

     Geçen gün, yıkım öncesi, son kez göreyim diye bahçeye girdim. Duvarlara, bayrak direğine, Atatürksüz büst tabanına, bahçe duvarlarındaki resimlere, öğrenci başlarının sarkmadığı pencerelere baktım buruk buruk. 

     Tören yaptığımız merdiven başındaki boşluğa çıkamadım. Bir şey düşer diye korktum. İstiklal Marşı mırıldandım tören alanında.

     Biz anılardan örülüyüz ruhumuzda. Anıların yaşandığı yerler birer organımız. Onların yok oluşlarına da acır gönlümüz. Hele sevdiklerimizi alıp gidişler!.. Hele sevdiklerimizi!.. Çok acı, çok!..

     Of! Ooof!

     Evlerimiz, okullarımız, mahallelerimiz, kentlerimiz yıkıldıkça üşüyorum ben, çok üşüyorum. Anılara sarılıp ısınmak kalır bana en ucuzundan, en sonunda.