ANLAŞAMIYORUZ 

Abone Ol

     Pazardayız.Cebimde ON TÜRK LİRASI kaldı. Onunla muz alıp işi bitirme kararı verdik.

     19 LİRA yazılıydı ortada. Bir kangal muzu satıcıya uzattım:
     "Yarım kilo verir misin?"

     Satıcı, iki parçaya ayırdığı kangalın büyüğünü tarttı, bana uzattı:
     "16 lira!" 

     "Kilosu kaç lira?"

     "Amca, kocaman yazıyı görmüyor musunuz?"

     Okuma yazma bilmiyor musunuz, dedirtmeden:
     "Ben yarım kilo istedim."

     Diğer parçayı tartıp uzattı:
     "13 lira!"

     "..."

     Paramız yok, diyemedik. Ceplerden, cüzdandan bozuklar bulup muzumuzu aldık.

     Anlaştık mı?
   
     Çocukluğumdan beri, çok okurum, çok yazarım. Konuşurum, dinlerim, gezerim.

     Yetmiyor, anlaşamıyorum. Anlaşamıyoruz.

     Yıllarca TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI dersi öğretmenliği yaptım. Türkçe, dil bilgisi, dil ve anlatım, güzel konuşma ve yazma, kompozisyon derslerine girdim. Binlerce yazılı kâğıdı okudum. Kâğıtlardaki yanlışları, kırmızı kalemle, çizip düzelttim. Sözlü uygulamalar, tartışmalar, törenler, şölenler yaptık çocuklarla. Filmler, tiyatrolar izledim.

     Yetmiyor, anlaşamıyorum. Anlaşamıyoruz.

     Bazıları çok güzel anlaşıyorlar gibi görünüyor. Yemeler, içmeler, gülüşmeler gırla gidiyor. Buyuruluyor, yapılıyor. Kısa cümlelerin eylemli onaylarıyla işler yolunda. Kahkahanın eteğinde şimşek, yıldırım yaşıyoruz biz. Konuşma, tartışma, ucuz kabadayılıklara kurban gidiyor. Öfke,  gergin zıplayışlar, içe atışlar ve doyumsuzluklar...

     Düşmanla da dostla da yakınla da komşuyla da alıcıyla da satıcıyla da olmuyor, anlaşamıyoruz.

     Anlaşamadığımızda anlaşıyoruz da  nedenlerinde ve çözümlerinde  anlaşamıyoruz. Hep birbirimizi suçluyoruz.

     Anlaşabilen çok tabii. Herkes değil anlaşamayan. Bazılarının öğütleri de hazır: Sustur, söyle, yapsın! Konuşturma, yaptıramazsın. Yüz verirsen hapı yutarsın! Gücün konuşsun! Senden güçlüyse ellerini kovuştur, eğil ve sus! Anlamış gibi yap, parsayı kap!

     Öğretmen, Atatürk'ün yaptıklarını anlatan bir yazı yazınız, demiş. Öğrenci, kâğıda, Atatürk ne yapmadı ki, yazmış. Öğretmen de en yüksek notu o yazıya vermiş güya.

     Bir başka öğretmen de hece bölmesi yapanı sınıfta bıraktığını anlatırdı övüne övüne. Türkçeyi korumak için avcı kesilmişti birileri. Noktalama ve yazım yanlışı bulmaya yatmışlardı sayfaların kıyıcıklarına. Dil anlaşmanın temel aracı değildi sanki! Kuralları belle, yeter mi?

     Kuralları, bilgileri belledim.

     Yetmiyor, anlaşamıyorum. Anlaşamıyoruz.

     Önce, fiziksel, ruhsal, ekonomik, kültürel, sanatsal, eğitsel... yönlerden sağlıklı ve olgun olmamız gerekiyor. Çevremiz gelişkin ve iletişimli olmalı. Söz dağarcığımız, sözcükleri cümlelere dönüştürme becerilerimiz deneyimlenmeli.

     Beklenti, gereksinim, ön yargı, sabır, stres dengemiz iletişime ayarlanmalı. Anlayışlı, saygılı, hoşgörülü insanların arasında yaşamak şanstır bir bakıma. O şansı yakaladık mı işler tıkırında.

      Karşınızdakini adam yerine koymadığınız yerde anlaşma beklemeyin. Adam yerine konmadığınız yerde de...  Susturmayı, dediğinizi yaptırmayı anlaşma sayarsanız o başka. Karşıya dilince seslenmek var işin içinde. Bakışlar hoşluk vermezse yapılan boştur. Ezber sunumlar  hoşluktan sayılmaz asla.

     Her duygunun, her düşüncenin, her nesnenin, her kavramın karşılığı var dilde. Anlatmak istediğinizi sözcükleri dizerek veriyorsunuz. Piyano çalmak gibi bir şey yapılan. Tuşlara basılıyor beyinde. Kendi ezgisiyle dökülüyor yargılar. Karşı taraf da o sözcükleri, anlamlarını algılayarak, dinler ve gereğini yapar. Varsa sonraki cümleler beklenecek.Yoksa gerçekleşmez anlaşma. Ben, ikinci cümleyi dinlemeden, yanlış yargı çıkarıp darılan çok kimseyle karşılaştım. Hâlâ ikinci cümle boğazıma takılı. Dinlense, biliyorum, gerçek anlaşılacak. 

     Özür dileme çöplüğüdür çevremiz. Belki de özürsüzlüğün acıları, dargınlıklar diz boyu.

     Zor.

     İşte böyle! Anlaşma tatlı, ama zor. Öylesine konuşmakla, öylesine bir iki şey karalamakla olmuyor bu iş. Ta çocukken başlar bu etkinlik müzik gibi, oyun gibi, yeme içme gibi.

     Özgür, demokratik ortamlarda, evde, sokakta, okulda, her yerde konuşarak, yazarak, şarkı türkü söyleyerek dolup boşalmalı insan. Yoksa televizyon kanallarındaki acıklı boşalımlara, kavgalara öfkelenip dururuz. Sokak kavgalarına, cinayetlere üzülürüz. 

     O bilmiş adamların söylevlerini, sözüm ona, tartışmalarını izleyerek rahatlamaz gönüller. Mikrofonlar elden ele dolaşmalı inadına. Bırakın yanlış yapsınlar insanlar. Küçük yanlışlara fırsat vermezseniz ergen patlamalara şaşırırsınız.

     Psikiyatrik romanların çok satmasına, dizilere dönüşmesine neden şaşıyoruz ki! Kişisel gelişimcilik de bizim açıklarımızdan patlayan bir alan. Bıraktığımız boşluklar doluyor işte, neşeli ya da üzüntülü.

     Okuyan, konuşan, çağdaş geçim düzeyine ulaşmış aile ilk koşul mutlu toplumda. Okullarda sınav yarışından uzak, yaşama dönük eğitim, bilgi, bilinç almalı çocuklar, gençler... Tabii her yönden çağın düzeyini yakalamış bir düzen, düzeyli bir toplumsal yaşam...

     Kendini kurtarıp kaçmak yok. Sokaklarda, parklarda, çarşıda, pazarda birlikteyiz. Bireysel kurtuluş yok.

     Maalesef, empatisiz sempati olmuyor!
Yetmiyor, anlaşamıyorum. Anlaşamıyoruz.