Pazar günü yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Reis-i Cumhur’un kim olacağından çok ülkenin bundan sonraki rotasının ne olacağı anlamı taşıyor benim için…
Musa’nın asasıyla ülkeyi ortadan ikiye, hatta üçe bölmek isteyen bir Başbakan…
Sadece kaybetmemek için 11 partinin desteklediği zoraki aday Ekmeleddin İhsanoğlu…
Ve siyasal mücadelesinde silahı bir pazarlık aracı olarak kullanmış Selahattin Demirtaş…
Anlayacağınız Pazar günü menüde ne varsa ona razı olacağız…
Ta ki Ahmet Öztürk’ün “Oyum Selahattin Demirtaş’a” başlıklı yazısına kadar Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili yazmamaya özen gösterdim…
Maksadım ne Ahmet Öztürk ne de başkalarının siyasi tercihini sorgulamak değil…
Ama içime sinmeyen şeyler var bu ülkede…
Tayyip Erdoğan’ın samimiyetsizliği kadar CHP’nin İslami cepheye yakın bir isme sarılması da iki yüzlü ve samimiyetsiz geliyor bana… Muhalefet, her ne kadar Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konjonktürel yapıya ayak uydurmuş gibi görünse de eminim milyonlarca insan sırf Tayyip Erdoğan kazanmasın diye “kerhen” rey verecek İhsanoğlu’na…
Ama hepsinden çok anlamlandıramadığım bir şey var ki…
O da sosyalistlerin, emek cephesinin, barıştan yana saf tutanların Selahattin Demirtaş’a destek vereceklerini açıklaması…
Siyasal birikimi ve yaşama karşı duruşuyla inanılmaz saygı duyduğum Ahmet Öztürk, son yazısında neden Selahattin Demirtaş’a destek verdiğini izah etmeye çalışırken, yazıya gelen tepkileri ve görüştüğü birçok kişiyi ikna edemediğini ifade etmiş…
Öztürk’ün ikna edemediği kişilerden biri de benim…
Neden mi?
Çünkü, ben “Şiddet nerden ve kimden gelirse gelsin hoş görülemez” diyen Ahmet Öztürk’ün yıllarca eli kanlı silahlı bir terör örgütüyle birlikte kol kola yürüyen Selahattin Demirtaş’ı desteklemesini kabullenemiyorum…
Toplu taşıma araçlarına molotof kokteyli atan, askeri araçlara kalleşçe mayınlı pusu kuran, okulları yakan, masum öğretmenleri kaçıran, Kürt siyasi hareketine destek vermeyen bölge halkını tehdit eden, örgüte zorla para toplayan, canlı bomba eylemleriyle yüzlerce insanın yaşamına son veren bir terör örgütünün uzantısı bir siyasal hareketin başında olan Selahattin Demirtaş’ın bugün halkların kardeşliğinden bahsetmesi kadar komik bir şey olamaz!
Evet, Türk Devleti tarihsel süreçte Güneydoğu’da ciddi stratejik hatalar yapmış, Kürt halkını yok saymış, insanların kendi ana dilini konuşmalarını yasaklayacak kadar faşizan bir yaklaşımla kutuplaşmaya neden olmuştur…
Bu yanlış politikalar, aşırı milliyetçi söylemler Kürt ve Türk insanı arasında tamiri güç ayrışmaları beraberinde getirdi…
Evet, şüphesiz barışa bir şans verilmeli…
Kürt ve Türk halkı arasında ne bir kan davası var, ne de çözülmeyecek bir sorun…
Bugüne kadar kendi Kürt politikası dışında elle tutulur toplumsal bir proje üretmemiş, ülkenin batısında yaşanan sosyo-ekonomik sorunlara kulak tıkamış bir siyasi hareketin HDP ile “Türkiyeleştirilmesi” ne kadar başarıya ulaşır bilmiyorum ama…
Kan kokusu bir insanın ellerine sindi mi kolay kolay silinmiyor…
Yıkanmakla geçmiyor…
Her fırsatta barış için silahı koz olarak kullanan Selahattin Demirtaş, mücadelesini demokratik yollardan vermek yerine, hükümetin anti demokratik uygulamalarına karşı dağdaki silahlı terör örgütünü bir tehdit unsuru olarak kullanıyorsa halkların kardeşliğinden, demokrasiden, barıştan bahsedemez…
30 yıldır on binlerce Türk ve Kürt gencini birbirine kırdıran bu kirli savaş, Ortadoğu’da ipleri elinde tutmak isteyen emperyalist güçlerin, silah tacirlerinin kuklası olmuş hükümetlerin ve onlara karşı yaratılan tehdit unsurlarının oyunu değil mi?
Sözde Türk-Kürt halkının kardeşliğini savunan, aynı topraklarda barış içerisinde yaşayabileceğimizi söyleyen Selahattin Demirtaş’ın uzun vadede en büyük hayali Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılıp özerk-bağımsız Kürdistan’ı kurmak değil mi?
Tüm kalbimle söylüyorum…
Eğer mevcut 3 adayı hiç tanımadan sadece Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaptığı konuşmalar ve söylemlerine bakarak Pazar günü sandığa gitseydim “Benim oyum da Selahattin Demirtaş’a” derdim…
Ama benim için esas olan Selahattin Demirtaş’ın ne söylediği değil, ne yapmak istediği!