Basın özgürlüğü mü yani bu?

Abone Ol

Kendisi de TCK’nin meşhur 141 ve 142. maddesinden yargılanmış biri olarak, ömrün, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü mücadelesi ile geçti. Kendimi “gazeteci” saymasam da, o dünyanın bir parça içindeki biri olarak, basın özgürlüğü için de çokça kavga verdim. Abartısız söylüyorum: Şayet bu ülke bir parça olsun nefes alabiliyor, muktedirlere karşı hâlâ eleştiri cümleleri kurulabiliyorsa, bizlerin, bedel ödeme pahasına verdiği mücadelenin yüzü suyu hürmetinedir...

Söylemeye gerek yok, basın özgürlüğü, ülkelerdeki demokrasinin en önemli göstergelerinden biri sayılıyor. Türkiye’nin, bu alanda, 180 ülke arasında 155’incilik gibi yüz kızartıcı bir skoru bulunuyor. Özellikle son yıllarda, muktedirlere, nerdeyse, “Gözünün üstünde kaşın var” demek bile suç sayılıyor. Buna karşın, insanların kişilik haklarına saldırmak, mahremiyetlerine girmek, aşağılamak, yalan ifadelerle tahkir etmek, ne hikmetse, basın özgürlüğü sınırları içinde görülüyor…

KÖTÜLÜKTE YARIŞMANIN NERESİYLE ÖVÜNÜYOR

İnsanlara bile isteye kötülük yapma gibi ruhsal ve vicdani bir problem de içeren bu hal, Zonguldak’ta çok eski bir gazetecilik tarzı ne yazık ki. Üzülerek yazıyorum, başkaları da var da, Pusula gazetesi ve sahibi Ali Rıza Tığ bu tarzın doruklarında dolaşıyor. İlginç olan şu ki, Tığ, “Ayıp oluyor” diyenlere, kötüyü örnek gösterip, “Onlar da yaptı” diyerek “Tencere dibin kara” yarışına geçiyor. Kötülükte yarışmanın neresi övünülecek bir şeyse, bulunduğu pozisyonla şişinmeye başlıyor sonrasında da…

İzleyen bilir, Tığ, yazılarında, zaman zaman benim de adımı geçiriyor. Şu ana kadar yanıt vermedim, düzeysiz tartışmaların içinde olmak istemedim çünkü. Ama başkalarını da işin içine dahil edince, onların hukukunu korumak için bir şeyler yapmanın zorunlu hale geldiğini düşündüm. Ömrü özgürlükler mücadelesiyle geçmiş biri olarak, kendime yediremesem de, içinde “açık yalan” bulunan bazı yazılarıyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundum, sonra da bu yazıyı kaleme aldım…

ALİ RIZA TIĞ YALAN SÖYLÜYOR

Gelelim iddialarına: Savcılık dilekçesinde de yazdım, Mustafa Özdemir’le aramızda “kardeşlik hukuku” vardır. Kredi çekip ona verdiğim de, ödemesinde sorunlar yaşadığım da doğrudur. Kredi, iddia edilen gibi kıdem tazminatımı aşacak boyutta olmadığı gibi son kuruşuna kadar da Mustafa’ca ödenmiştir. Ödemediği borç karşılığında Mustafa’nın beni bazı işlere yerleştirdiği, tüm bunları Tığ’a anlattığım iddiası gibi kuyruklu yalandır. Anlatmam da mümkün değildir, öyle bir hukukumuz yok çünkü…

Bürosuna bir ilan nedeniyle bir kez gittiğim Tığ’la ayaküstü birkaç kez görüştüm, biri bu iddialar olmak üzere, taş patlasa, 5-6 kez telefonla konuştum. Yıllar önce aynı şeyleri yazmış, yukarıdaki izahı ona da yapmıştım. O ise gerçeği bildiği halde, bambaşka hikâye anlatıyor. Olasılıkla anlatmayı da sürdürecek. Varsın sürdürsün, herkes onu da, beni de biliyor. Tarihe not düşmek için yazıyorum: Tığ birçok konuda olduğu gibi bu olayda da yalan söylüyor. Tüm bunları basın özgürlüğü altında yapmasıysa ayrıca zoruma gidiyor…