Zonguldak Halkevinden, Belediye Sinemasına…
İngiliz yazar Charles Dickens’in romanından uyarlanan “Oliver Twist”i, İtalyan faşizmine karşı yapılan savaşı en iyi sunan “General Patton”u, gişe rekorları kıran “Maymunlar Cehennemi” serisini, üç saati aşan süresi ile seyrinden doyum olmayan “Uzun Gemiler”i ve Almanya Nazilerine karşı savaşı anlatan “Kartal Yuvası”nı burada izledik. Ve o yıllarda hafızalarımızda derin izler bırakan Just Jaecki’nin ölümsüz bir filmi olan “O’nun Hikayesi”ni yine bu salonda, Belediye Sineması’nda seyrettik. Hepsi birbirinden güzel ölümsüz yapıtlardı. Gençlik ve de olgunluk yıllarımızın en keyifli anlarını burada yaşadık, duyduk, hissettik.
Lee Van Cleef’in, Gulienna Gemma’nın, Clint Eastwood’un ve Henry Ford’un kovboy filmleri ise bizim vazgeçilmezlerimizdi. “Güzel, Çirkin ve Kötü”yü, “Viva Zapata”yı ve de “Affedilmeyenleri” seyredip en heyecanlı anlarının devre arasında, heyecandan kuruyan dudaklarımıza, içtiğimiz Aksel gazozunun serinliği ne kadar iyi gelirdi bilir misiniz? Gel de unut, hem o tadı hem de o akıllarda iz bırakan filmleri. Unutabildik mi Brigitte Bardot’u, Sophia Loren’i, Emmenualla’yı, Liz Taylor’u ve de Clodia Cardinale’yi… Silebildik mi onları rüyalarımızdan? Ya Ursula Anders’i, Alain Delon’u, Charles Branson’u aklımızdan çıkarabiliyor muyuz? Jane Fonda’yı unutmak mümkün mü? “Yavru ile Kâtip’in” nerdeyse dizi olmuş filmlerine yaptığımız kahkahalarımız sinemanın duvarlarında hala yankılanmakta. İyice kulak verin duyabildiğinizi fark edeceksiniz. Evet, işte bu unutulmazları 1933 yılında hizmete giren Zonguldak Halkevi’nin sinema salonunda izledik. İzlerini günümüze taşıyarak, yaşadığımız anıları kaleme alarak. Türk filmleri pek oynamazdı bu sinemada. Hep yabancıydı seyrine doyum olmayan yapıtlar. Sinema Konak ve Özmelek gibi. Yerliler, Zevk, Gürol ve Köprüaltı Büyük Sinema’da oynardı. Burada Robert Mitchum’un oynadığı “İrlandalı Kız”ın kuyruğu, orada Kartal Tibet’in, Hülya Koçyiğit’in “Senede Bir Gün”ün kuyruğu ile çatışırdı. Ahh… ne güzeldi o günler. Cebimiz boştu belki ama gönlümüz hem dolu ve bir o kadar da hoştu.
Biz bu sinemada, tarihe geçecek siyaset sahnelerini de yaşadık. Yıl 1978 ve rahmetli Alpaslan Türkeş Zonguldak’a geldi. Camianın önemli şahsiyeti Avukat Celal Yetimoğlu başkanlığındaki MHP kongresine… Belediye Sineması’nda unutulmaz konuşmasını yaparak Türk Milliyetçilerine birlik beraberlik mesajları vermişti. Ve TKP’nin (Türkiye Komünist Partisi) Moskova’da yayın yapan radyodaki tehditlerine rağmen sinema önünde biriken dört bin kişilik bir kalabalığa hitap etti. Çok sevilen, sayılan İsmail Hakkı Cerrahoğlu önderliğinde, sakince yapılan Zonguldak yürüyüşü ile belleklerimizde iz bırakarak. Tabi ki bazı bölücülerin “kan gövdeyi getirecek” hayallerini yıkarak…
Belediye Sinema salonunu yapan mimar Zeki Saleh ve Abidin Bey, binanın sağlamlığına önem verdikleri gibi, şeklini de, biçimini de düşünmüşler. Enine uzunluğu, tavanının yüksekliği ve balkonunun varlığı bu salonun yalnızca sinema değil tiyatro ve diğer gösteri sanatlarına da uygunluğunu ön planda tutmuşlar. Tabi ki mükemmel akustik yapısı salonun en güzel tarafı idi. Bu yüzden o yıllarda şehrimize gelen Tiyatro oyunları burada oynanırdı. Halkevi’nden siyasi gerginliklerden ayrılmam beni tiyatrodan koparamamıştı. Üniversite tercihlerinde, babamın: “Tiyatroyu seçip şarlatan mı olacaksın?” sözünden sonra seçmemem, beni yine de ondan ayıramadı. 19-20 yaşlarında tam dört oyun yazdım. Bunlardan, “Hürriyet ve Zafer”i, “Boşluk” ve “Çöküş”ü bu güzide Belediye Sinema salonunda sahneye koymak nasip oldu. Yazıp da oynatamadığım tek oyunum “Kaçış”tı. Şehrimizin en renkli ve sevilen simalarını oynadı bu tiyatro oyunlarımda. Ünlü siyasetçilerimizden Nihat Aygün’ü ve Polat Türkmen’i sayabilirim. Bürokratlarımızdan Adnan Gül, Osman Çakrak, Hüseyin Dübüş ve Mustafa Aydın diğer başarılı oyuncularımdı. Hele, çalışkan iş adamlarımızdan Mustafa Özcan, Beytullah Sezer rollerinin hakkını tam verenlerdendi. Marmara ve İstanbul Üniversitelerinde halen öğretim görevlisi olarak çalışan Cafer Velioğlu ile Hasan Kavraz değme sanatçılardan daha iyiydiler. Kapuz’un efsane muhtarı Arif Pınar ile yiğit Atay Gençoğlu’nun rollerini icra ederken gösterdikleri oyunculuk hiç de küçümsenecek gibi değillerdi. İzleyiciler, hepsini zevkle izleyip takdir etmişlerdi. Tabi başarılı kadın oyuncularımdan Sema’yı, Neslihan’ı, Deniz’i ve Ayhan’ı da unutmamak gerek. Her biri ayrı kabiliyet sergilemişler başarılı olmuşlardı. Onları saygı ve sevgiyle anarken; bu gösteriler beni Belediye Sineması’na olan bağlılığımı daha çok artırmıştı. Kulisteki heyecanlarımızı, seyircinin büyüsünü, alkışlarla açılan ve alkışlarla kapanan perdeyi nasıl unutabilirim ki?
Ve şimdi bırakın açılmayı, alkışsız kapanan bir perdeyi, emeğimizin göz bebeğini, ölmeden uçup giden ruhumuzu görüyorum. Azda olsa görebildiğim beyaz perdesindeki yazıyı okuyabiliyorum: BİTTİ ya da İngilizcesi THE END, olmadı bi de Almancası FİNE… Hala anlamadınız mı? Bakın perdeye kocaman SON yazıyor. Filim bitti anlayacağınız… Güle güle Belediye Sineması! Senden aldıklarımız için teşekkürler! Sen verdin verebildiğin her güzelliği, ama biz seni koruyamadığımız gibi sana vedayı bile beceremedik. Affet bizi!
8 Ocak 2014