Üniversitemiz,ülkemizin ve şehrimizin sorunlarının tartışıldığı,çözüm arandığı panelleri,sempozyumları ve çalıştaylarından sonra 26 farklı ülkenin yabancı öğrencilerinin katıldığı “Ulusal11.Türkçe Konuşma Yarışmasına” da ev sahipliği yaptı.
21 Üniversitenin, yabancılara Türkçe öğretme merkezi TÖMER öğrencilerinin yarıştığı bu ulusal yarışma, tam anlamıyla çok renkli geçti. Üç yıllık mazisi veson iki yılın Türkiye şampiyonu BEÜKaraelmas TÖMER, yıldız olmanın ağırbaşlılığı ve kalitesi ile yine göz doldurdu.
Katılım çok yüksekti.Gazi,Atatürk,Uludağ,Eskişehir Osmangazi,Ondokuz Mayıs,Kocaeli ve İzmirKatip Çelebi gibi tam 21 üniversiteden 35 yarışmacı yarıştı.En iyi Türkçeyi biz öğrettik; ya da,biz öğrendik diye.Sırbistan,Moritanya,Uganda,Arnavutluk,Gana,Macaristan,Kenya ve hatta Gineden Üniversite eğitimi için gelen öğrenciler en iyi Türkçeyi ben biliyorum diye yarıştılar.BEÜ AmirofSalonunu tıka basa doldurdular.Heyecan dorukta idi. Sarı,siyah,beyaz renkleri ile farklıydılar ama yüreklerindeki sevgi hep aynıydı. Yüzlerindeki tebessüm ve heyecan yarışma boyu hiç eksilmedi. Yalnız onlar mı? Yarışmaya hazırlayan,onlara en iyi şekilde Türkçeyi öğretmeye çalışan hocalarının, çehrelerindeki gülümseme ve de sabırsızca bekleyişleri bir o kadar hoş ve anlamlıydı.Çünkü,dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerinin güzel Türkçemizi ne kadar iyi konuştuklarını herkese göstereceklerdi. Bu hazzı da yaşamak tabi ki onların en doğal hakkıydı.Hepside başarılı oldu.Her birisaygıyı,sevgiyi hak edecek işler başarmışlardı.
Yarışmayı izlerken Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanı geldi aklıma. Diyordu ki: “Bu günden sonra,divanda,dergahta,bargahta,mecliste,meydanda Türkçeden başka dil konuşulmasın!” Lakin biz, ilan tahtalarına “bilbort”,bilgi akışına “brifing”, dükkana “store” ,sunucuya “spiker”, tanıtıma “demo”, torbaya “poşet” ,muhafıza “body guard” ve itibara,saygınlığa “prestij” demeye devam ettik,ediyoruz da…Daha saymadığım yüzlerce sözcük…Fermana uymadığımız gibi onu yok saydık,sahiplenmedik.
İşte bu yüzden fermana sahip çıkıp, bu tür yarışmaları,organizasyonları yapan başta “yüreği güzelinsan”unvanına sahip Beü’nin rektörü Prof.Dr.Mahmut Özer ile yardımcısı Prof.Dr.Ahmet Altını en içten duygularımla kutluyorum.Türkçemizi, dünyanın dört bir yanından gelen yabancı öğrencilere tanıtıp,öğrenmeleri için çaba sarf edip onlara sahiplendiği için… Ve her bir dertleri ile ilgilenip,yabancı diye adlandırdığımız kardeşlerimizin “yalnızlığını” unutturdukları için…
Ülkemizdeki 21 ayrı üniversite ve 26 farklı milletten toplam 35 yarışmacının yarıştığı bu geleneksel ulusal yarışmayı en iyi şekilde organize eden BEÜ nün üst yönetimi tabi ki tam puanları hak ettiler.Ama bu güzel tablonun hazırlanmasında en büyük katkıyı veren Karaelmas TÖMER’in,Gül Banu,Melek Ceren,Ali ve Sefa hocalarının üstün çabalarını unutmamak gerekir.Onların günlerce gece yarılarına kadar süren çalışmaları takdire edilecek bir durumdu.Hele, hele yarışmacı olarak tüm seyircinin ayakta alkışladığı,”Hasret”konulu,13 yaşında evlendirilen Sırp gelinin çocukluğuna dönüşünü canlandırılan final sahnesi ile yüreklerimizi sızlatıp,gözlerimizden birkaç damla yaş akıtmayı beceren öğrencileri SırplıTeaHuric ile“Mekke” şiiri ile hislerimizi tavan yaptıranFaslıAnas Fatihi unutmak ne mümkün…Dereceye giremediler ama gönüllerin birincisi oldular. Her birini bu başarılarından dolayı kutlar,gözlerinden öpüyorum. Ve tabi ki onlar yetiştiren hocalarını da ...
Bu kadar güzel tablo içinde eleştirdiğim tek şey, Değerlendirme Kurulunda (Jüri) bir bayanın olmayışı.Bu tabloda biraz kahverengi kalan bu kurula pembe renk çok yakışırdı.Bir hanım efendi üyenin, tabi ki de, yarışmacıların vermeye çalıştığı duyguyu daha farklı ve daha doğru algılaması bir başka güzellik katardı.Ama buna rağmen kurul üyelerinin Türkiye çapında tanınmış değerli hocalardan, ilim adamlarından, şairlerden oluşu bu yarışmaya daha anlamlı değer katmıştır.
Ne diyelim; var olun,sağ olun!
Çıtayı her alanda oldukça yukarı çeken BEÜ yönetiminden bundan böyle yalnızca ulusal alanda değil,uluslararası alanlarda da organizasyonlar düzenlemesini bekliyoruz.Tabi bu konuda görev yalnızca onlara değil,şehrin işadamlarına,özel ve devlet sektörlerinin yöneticilerine,yazarlara,çizerlere ve bürokratlara da çok iş düşmektedir. Eğer, BEÜ’ne“Bizim Üniversitemiz” demek istiyorsak sahiplenmek artık bir zaruret olmuştur. Çeşitli organizasyonlara,yarışmalara,her türlü bilimsel araştırmalara “Sponsor” bulmak sıkıntısını yaşamamalılar… Kısacası her konuda sahip çıkalım geleceğimize “umut” olan üniversitemize….Seyirci kalmayalım!