BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE

Abone Ol
 
   Ülkemizin dünyanın en müreffeh, en demokrat ve en medeni ülkelerinden biri olmasını istemez miydiniz? Tabii ki istersiniz! Hatta bunun özlemini çektiğinizi de biliyorum. Ama, ''peki ama nasıl olacak bu iş?'' diye sorduğunuzu da duyar gibiyim.
   Aslında bunun için mucizeye veya sihirli bir değneğe de ihtiyaç yok. Çünkü karşımızda bunun canlı örneği var. Üstelik bu örneği gerçekleştirenlerin şartları bizden daha kötü olduğu halde..
   Küçük ve yarısı bataklıklarla ve kayalıklarla dolu bir ülke düşünün.. Az sayıdaki halkının da fakir, eğitimsiz ve hatta başkalarına kölelik yaptığını da hesaba katın.. Böyle bir halkın, tarihte çok kısa bir zaman dilimi içinde, bu gün dünyanın gıpta ile baktığı bir ülke konumuna nasıl gelebildiğini merak etmiyor musunuz?  Ediyorsanız ve örnek almak istiyorsanız önce başlıktaki ismi taşıyan kitabı okumalısınız.
   Grigory Petrov'un yazdığı Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli kitap işte bu ulusun başarı öyküsünü anlatmaktadır. Bu başarının sırrının da tabii zenginlikler, silah veya pazı gücü değil; sadece eğitim olduğunu söylemektedir. 
   Bahsi geçen başarı öyküsünün kahramanı bu günkü Finlandiya'dır! 
   Ama öyküyü özetlemeden önce eklemek istediğim önemli bir husus var:
   Bu kitap ilk defa Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçe'ye çevrilmiştir. Atatürk kitabı okuduğunda bu destansı başarıya hayran olmuştur. Derhal kitabın ülkedeki okulların; ve özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretmiştir. Çünkü biliyordu ki silahla kazanılan başarı eğitimle desteklenmiyorsa kalıcı değildir. Hatta bunu ifade etmek için ''Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici, aydınlatıcı) ilimdir!'' diyerek eğitimin önemini veciz bir şekilde vurgulamıştır.
   Bildiğiniz gibi, Atatürk'ün talimatları doğrultusunda, Osmanlılar zamanında okuma yazma bile öğretilmeyen Türk halkına süratle eğitim verilmeye başlanmıştır. Bu eğitim Atatürk'ten sonra zaman zaman zafiyete uğratıldığı halde, bu günün Türkiye'sinin yine de bu eğitim sayesinde şimdiki seviyeye geldiği yadsınamaz.
   Atatürk'ün özellikle askeri okullarda eğitimin yüksek olmasını istemesi sadece ordunun eğitimi amacını gütmüyordu! Esas amaç ülkenin her köşesine dağılmış askerin yörelerindeki cahil insanları da eğitmesi idi. Nitekim askere giden ve okuma yazma bilmeyen erler okuma yazmayı öğrenerek terhis oluyorlardı. İlk defa çatal bıçak ile yemek yemeden tutun da başta hijyen olmak üzere medeniyetin getirdiği bir çok şeyi askerde iken öğreniyorlardı. Kısacası kısmen de olsa olgunlaşarak ve medeniyeti öğrenerek köylerine veya kasabalarına dönüyorlardı. Döndüklerinde bunlara ''adam olmuş!'' gözüyle bakılıyordu. Benim çocukluk yıllarımda askerlik yapmayan adama bu yüzden kız bile verilmediğini iyi hatırlıyorum!
   Şimdi Finlandiya mucizesine tekrar dönelim.
   Finlandiya İsveç ile Rusya arasına sıkışmış, önemli bir kısmı kayalık, bataklık ve geçilmez ormanlarla kaplı, Türkiye'nin üçte biri büyüklüğnde, küçük bir ülkedir. Küçük küçük 188 bin göl ve 180 bin adaya sahip bu ülkede bu gün 5.5 milyon insan yaşamaktadır.
   Finliler'in M.Ö. 3000 yıllarında Ural taraflarından geldiği ve Volgayı aşarak bu günkü topraklara yerleştiği sanılmaktadır. Dilleri vasıtası ile Ural - Altay grubundan olmaları nedeniyle Türklerle akraba olduğunu düşünenler de vardır. Ama ben üniversitede iken, İngilizce yazıştığım bir Finli kız arkadaşa (pen friend) bunu sorduğumda; bana böyle bir bilgisi olmadığını söylemişti. Demek ki onların okullarında böyle bir tarih okutulmuyor.
   Finliler, doğaları gereği, barışsever olduklarından, barışçıl topraklar aramışlar, kimse onları rahatsız etmesin, canlarını yakmasın, istemişlerdir. Bu yüzden de, o zamanlar hiç kimsenin yaşamadığı ve yaşayamayacağı bir yer olan bu günkü toprakları seçmişlerdir.
   Finliler, kendi dillerinde ''Bataklıklar Ülkesi'' anlamına gelen ''Suomi'' adını verdikleri ülkelerinde, ulus olarak, 1917 Rus Devrimine kadar, hiçbir zaman bağımsız bir devlet hayatı yaşayamamışlardır. Genellikle ya Rus taşrası olarak kalmışlar; ya da İsveç'in boyunduruğu altında sömürge hayatı yaşamışlardır. Bu yüzden de hep fakir ve cahil kalmışlardır. 
   Finliler İsveç idaresi altında iken; 1808 yılında Rusya ve İsveç arasındaki savaş sırasında, Rus İmparatoru 1.Aleksandır Finlandiya'nın yarısını zapt ettikten sonra, Finlandiya'nın Borgo kentinde, bütün Suomi'den seçilmiş temsilcileri toplayarak Seym (Millet Meclisi) oluşturur ve sorar: ''Gelecekte de İsveçlilerin egemenliği altında mı kalmak istersiniz? Yoksa Rusya ile birleşmek mi? Eğer bizimle birleşirseniz, Fin halkının kendi iç yönetimindeki tüm hakları Rusya egemenliğinde de garanti edilecektir.''
   Fin halkının temsilcileri, Finlandiya'nın Rusya'ya katılmasını kabul etmişlerdir. İmparator 1.Aleksandır da sözünü tutmuştur.
   Bu anlaşma iki taraf içinde faydalı olmuştur. Finlandiya tabii ki iç işlerinde bağımsızlık kazandığı için karlı çıkmıştır. Ama Rusya'nın bundan maddi bir çıkarı olmamıştır; çünkü Finlandiya çok fakir bir ülkedir. Rusya sadece hasmı olan İsveç ile arasında bir tampon bölge istediği için bu anlaşmayı istemiştir.
   Peki bu kadar güçsüz ve fakir bir ülke bu günkü durumuna gelme mucizesini nasıl gerçekleştirmiştir? İşte şimdi oraya geliyoruz.
   Önce bu günkü durumuna bakalım: Ekonomik açıdan Finlandiya dünyanın en zengin ülkeleri arasında sayılıyor. Kişi başı milli gelir 50 bin doların üzerinde. Yani bizimkinin beş misli. Buna rağmen Türkiyeyi ziyaret eden Cumhurbaşkanı Sauli Nimisto THY'nin tarifeli uçağı ile gelip gidiyor.. Üstelik ekonomi sınıfında! Bizim bakanlarımızın bile cuma namazına onlarca resmi araba konvoyuyla gittiği hesaba katılırsa, varın karşılaştırmayı siz yapın! Zaten işte bu yüzden Fin halkı demokrasi, sosyal haklar ve eğitim konularında da dünyada ilk sıralarda ya!.Tüm dünya medeniyet deyince boşuna Finlandiyayı örnek göstermiyor!
   Finlandiya bu gün telefon endüstrisinin merkezi. Finlandiya'da ankesörlü telefon diye bir şey yok. Ayrıca bu ülke inovasyon yuvası. Başta Nokia olmak üzere, Linux iletişim sistemi, buz kayağı, Angry Birds, Molotof kokteyli, SMS, nabız ölçer v.s. deyince Finlandiya akla geliyor.
   Şimdi de Finlandiya'nın nereden nereye nasıl geldiğinin sırrına bakalım. Bu sır yukarıda da söylediğim gibi sadece eğitim ve eğitim - kültür seferberliğidir.
   Önce şu bilimsel saptamaya bir bakın: ''Kaliteli işler kaliteli insanlardan çıkar. Kalitesiz insanlardan kaliteli işler beklemek aptallıktır!'' Peki, kaliteli insanın kriterleri nedir? Dürüstlük, çalışkanlık, beceriklilik,vatanseverlik v.s. gibi yüzlerce kriter sayabilirsiniz. Fakat bir kriter var ki olmazsa olmaz. Üstelik bu kriter diğerlerinin de anasıdır. Bu kriter eğitimdir! Eğitimsiz bir insan istediği kadar diğer kriterlere sahip olsun; kaliteli sayılamaz! 
   Ha, burada eğitimi öğretimle de karıştırmayalım.Eğitim yoksa öğretim bir işe yaramaz. Siz kitaptan yüzmenin nasıl yapılacağını öğrenirsiniz ama eğitiminiz yoksa suya atladığınızda boğulursunuz.
    İşte Finlandiyalılar ilimin sonradan keşfettiği yukarıdaki bilimsel tespitin daha önceden farkına vararak tüm güçleri ile eğitime yüklenmişlerdir. Ülkede bir eğitim ve kültür seferberliği başlatmışlardır.Tıpkı Atatürk gibi!
   Yola çıkış nedenlerinden biri de şu olmuştur: ''Yöneticiler ne olursa olsun; iyi veya kötü, kahraman veya canavar her zaman kendi ulusunun yansımasıdırlar. Bu yüzden, uluslar layık oldukları yöneticiler tarafından yönetilirler. O halde, iyi yöneticilere sahip olmak için de kaliteli bir halk gereklidir.'' 
   Bu tespit sizlerde bir şeyler çağrıştırıyor mu?
   Eğitim seferberliğini ilk ateşleyen kişi  1806 - 1881 yılları arasında yaşayan zamanın büyük  bilgini, derin feylesofu ve ünlü Fin siyasetçisi Wilhelm Snelman'dır. Snelman'ın çevresinde, genç Fin aydınlarından bir grup oluşmuştur. Profesörler, subaylar, papazlar, aydın tüccar ve sanayiciler, hekimler, memur ve avukatlar da bu gruba katılmıştır. Bunlardan en önemlilerinden biri zamanın ünlü papazı Makdonal'dır. İnsanlara dürüst ve ahlaklı olmayı öğretmek için yoğun çaba harcamıştır. 
   Tüm grup elemanları bir eğitim ve kültür misyoneri gibi çalışmıştır.
   Bu grubun sloganlarından seçtiğim bazılarını size aktarıyorum.
   - Ey Fin gençliği, vazifen topu ayağınla yükseğe ve uzağa atmak değil; ulusunun onur ve saygınlığını yüceltmektir. Vatanımızın refahını, her yönden kalkınmasını hızla uzağa götürmektir.
   - Çocuğun aklını ve gençliğin ruhunu işlenmemiş bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız; orada ısırgan, dikenli ve zararlı otlar yetişir.
   - Aydınlar halkın alevlenmiş fikridir. Aydınlar halkın beynidir. Kendi öz aydınları olmayan bir ülke bahtsızdır. Sadece aptallar, kara cahiller, çoğu zaman da halkı yolanlar ve ezenler aydınlara düşman olur.
   - Bilimsellik, bilim öğretilerine karşı bir susamışlık yok ise; ne bilim, ne de bilim adamları olamaz.
   Bu gün Finlandiya'da eğitim herkese ücretsiz ve eşit. Öğretmen yetiştirmeye özen gösteriliyor. Anaokulu öğretmenleri hariç, tüm öğretmenlerin mastır yapmış olma şartı var. Öğretmenler saygın ve ekonomik yönden destekleniyor.
   İşte gördünüz mü süper millet olabilmenin sırrını? 
   Kitabın yazarı boşuna Finlandiya'ya ''Beyaz Zambaklar Ülkesi'' dememiş! Sanıldığı gibi sadece orada beyaz zambak çok yetiştiği için de dememiş. Bilindiği gibi, İncil'de beyaz zambak cennetin simgesidir. Bataklıklarla dolu bir ülkeyi cennet bahçesine dönüştüren bu insanlar ''beyaz zambaklar'' denilmeyi hak etmiyorlar mı sizce?
   Değerli okuyucular, bütün bunları bizleri düşündürmesi için, ders ve örnek almamız gerektiğine inandığım için yazdım. Bu mucizeyi Finliler gerçekleştirdi ise biz daha kolay gerçekleştirebiliriz. Evet yapabiliriz! Yeter ki buna inanalım ve gerçekleştirme çabalarına başlayalım. Zira buna gerçekten ihtiyacımız var. Türkiyeyi kişi başı yıllık kitap okuma sayısı, kaç insana bir kütüphane veya kitapçı dükkanı düştüğü, okuma yazma bilenlerin ve üniversite mezunlarının oranları, uluslararası yarışmalarda öğrencilerimizin aldığı dereceler gibi konularda Finlandiya ile karşılaştırırsanız; aradaki dramatik farkı gördüğünüzde, ne kadar haklı olduğumu daha iyi anlayacaksınız.
   Ama Atatürk'ün harf devrimini bile ''bir gecede okuma yazma oranı sıfıra düştü.'' diye eleştiren (sanki o yıllarda okuma yazma oranı sıfıra yakın değilmiş gibi!);  ''Müslümanların beyninin % 79'unu din kaplıyor'' diyen (geriye zaten % 21 kalıyor!) ilim adamına inat, sürekli imam hatip okulu açan zihniyetle bu iş biraz zor olsa da, siz yine de enseyi karartmayın ve Finlileri örnek alın! 
   Biliniz ki başka kurtuluş yolu da yok!