Orman Dairesinde elektrikçi olarak çalışan babam, tayini çıkıp başka bir yere giden amirinin hediye ettiği, küflü, bir tekerleği eğilmiş üç tekerlekli bisikletini eve getirdiğinde 4-5 yaşındaydım. O eski bisikleti 1-2 yıl hep sürdüm. Köydeki diğer çocuklar “Ben de süreyim, ben de süreyim” diye sürekli istekte bulunurlardı.
O küçük oyuncağı çok severdim. İyice eğilip bükülünce, ek yerlerinin kaynakları çatlayınca bir kenara atılmıştı.
75-80 yılları arasında, 50 haneli köyümüzde sadece 1 tane iki tekerlekli bisiklet vardı. Köyün çocukları o bisikleti sahibinden 25-50 Kuruşa kiralayıp 30-60 dakika sürerdik.
Köydeki bir diğer eğlencemiz de eskidiği için bir kenara atılmış kocaman kamyon lastiklerinin içine girip yuvarlanmak idi. Bir kişi lastiğin içine kıvrılır, bir diğer kişi de tekerleği yokuştan aşağı doğru yuvarlardı. Bazen çok tehlikeli sonuçlar da olurdu. Aşırı hızlanma durumunda tekerleğin içinden fırlayıp düştüğümüz de olurdu. Bir keresinde kayalık bir yerde lastiğin içinden ben de düşüp kafamı yarmıştım.
1975 yılından 2023 yılına kadar bisiklet ile dolaşanlara hep imrenerek baktım. 48 yıl sonra geçtiğimiz yaz orta kalite bir bisiklet alıp şehrin her yanını saatlerce dolaştım. Hem çocukluğumdaki bisiklet özlemini giderdim hem de 5-6 kilo azaldım. Yakından tanıdığım birçok insan bisiklet ile sağa sola gitmemi yadırgadı. Bunun sebebini hala çözebilmiş değilim. Türk insanını bazen anlamıyorum. Çoğu kişinin ortak söylemi şöyleydi: “Abi sen ne kadar cimrisin. Param gitmesin diye her yere bisikletle mi gidiyorsun? Bu yaşta bisiklete mi binilir vb.”
Bu tür yargılar üreten insanlara Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa vb. gibi gelişmiş, zengin ülkelerin insanlarının 7’den 70’e her yere bisiklet ile gittiğini anlatmaya çalıştım ama bir kanaat oluşmasını sağlayamadım. Özellikle Hollanda’da her tarafta bisikletli insanlar gördüm. Onlar için çok güzel yollar da yapılmış idi.
Günümüzde birçok insanımız 1 kilometrelik mesafeye bile arabayla, otobüsle, taksiyle, motorsiklet ile gitmek istiyor. Ankara’da çalıştığım okuldaki onlarca öğrenci 500 metre ötedeki evlerine bile servisle, otobüsle gitmekte. Kimse yürümüyor.
4 katlı bir binada ikamet ediyorum. 16 dairenin sakinlerinin tümüne yakını 1 kat aşağı ya da 1 kat yukarı gitmek için bile asansörü kullanıyor.
Spordan, egzersizden, yürümekten bu kadar uzak duran insanlar sonra da “Tansiyonum var, kilom fazla, şekerim var, kolesterolüm var” diye zırlıyor.
2 gün önce, 13 yaşında, cin gibi öğrencim derste deney yapmayı ve soruları cevaplamayı bıraktı. “Ne oldu?” dedim. Ukala bir söylemle, “Ben şeker hastasıyım. Şekerim düştü. Dışarı çıkabilir miyim?” dedi. Bu yaşta şeker hastalığının olabileceğini aklım almadı ama “Sen bilirsin paşam” dedim.
Sonuç olarak ayarlarımız gün geçtikçe bozuluyor…
Futbol bünyeye zararlıdır
Çocukken köyde ben de plastik topun peşinde biraz koştum. Lise ve üniversite çağlarında çevrenin etkisiyle Fenerbahçe’yi tutar, onunla ilgili haberleri takip edip karşılaşmaları amatörce izlerdim.
40’lı yaşlardan sonra futbolun “kara para, mafya, ticaret, itibar, siyaset, seçmen avlama, vekil olma, ihale kapma, racon kesme, kumar, iddia, bahis, tefecilik, hırsızlık, ahmaklık, uyutmacılık” kavramları ile birlikte anıldığını idrak etmeye başladım. Son 15 yıldır hiçbir müsabakayı izlemedim, bu konularla ilgili yayınları asla takip etmedim.
Hekim değilim ama okumalar yaparak futbolun sağlığa aykırı, sigara kadar zararlı, tehlikeli, ömrü kısaltan bir faaliyet olduğunu öğrendim. Topçuların kısa ömürlü olduğunu, kafalarında derin hasarlar oluştuğunu, kemiklerinin çoğunun kırıldığını fark ettim.
10 yıldır ikamet ettiğim evin 100 metre yakınında futbol sahası var. İki haftada bir burada yapılan karşılaşmalara seyirci olarak gelen kişilerin yüzde 99’unun kaba, kavgacı, lümpen tipler olduğunu da gözlemliyorum. Sağlıklı, dengeli insanlar şiddet ve sövgü yoğun ortamlara asla girmiyorlar.
Diyanet buna ne diyor acaba
Türkiye’de Diyanet’i eleştirmek büyük suçtur. Toplumun yüzde 99’u Diyanet hakkında eleştiri yapanlara “dinsiz, kafir, hain, deccal, şeytan” muamelesi yapıyor.
Din alimi değilim. İslam dini aleyhinde konuşma niyetim de yok. Sadece Diyanet’e bir soru yöneltmek istiyorum. Cevap vermeseler de kayda geçsin isterim.
Sayın Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş,
Alkollü içkilerden, sigaradan, bahislerden, lotodan, kumar oynatılan turistik otellerden, ithal olarak gelen içkilerden alınan gümrüklerden, açık-saçık yayınlar yapan TV kanallarından, İsrail üretimi olan mallardan alınan vergilerden oluşan devasa kaynaklardan diyanet personelinin maaş alması İslam dinine, hadislere, sünnete, ahlaka, edebe, etik değerlere uygun mudur?