Bu kürenin başı hakikaten belada ve bu beladan kurtulabilmesi mümkün gözükmüyor.
Bunu bugünlerde yaşamakta olduğumuz virüse dayanarak söylemiyorum.
Bunu dünya var olduğundan beri, insanoğlunun yakasından çekiştirip duran, o doyumsuzluğun gerçekliğinden yola çıkarak söylüyorum.
Bir çıkar yol bulunamayan bu ilkelliğe, yaşadığımız, gelişmiş denilen yüzyılın bile bir hal çaresi bulamaması, hakikaten kurulan sistemi sorgulatıyor insana.
Kötülük dünyası burası, kötülükten beslenen arsızların, hırsızların elinde bir oyana bir bu yana çekiştirilen bir dünya burası!
Kimin canını daha iyi okurum fantazisi kuruyor birileri mütemadiyen.
Gözünü doyuramayan insanoğlu, eşitlik, hak, adalet duygusunu da bünyesinde barındıramıyor bunu zaten istemiyor ki.
Hep bana, hep ben açgözlülüğünde nefsini doyuramadan, ölüp gidiveriyor aslında, tıpkı öylesine yaşayanlar gibi.
Neden hep kendinde olsun istiyor? Ve bunu niye acımasızca, acımadan yapıyor.
İnanç üzerinden insanlara korku salarak, onları görünmeyen bir güçle korkutarak, sömürüyor fakat o korkuttuğu güçten, kendi nedense hiç korkmuyor.
İlkel toplumları disipline edebilmek için din çeşitlilikleri üreten düşüncede işte bu yüzden.
Baskı altında tutabilmek ve istediğini yaptırabilmek bu şeytani düşüncenin yarattığı bir formül san ki.
Uygulama konusunda da oldukça iyi sonuçlar alındığını gözlemleyebilirsiniz. İtaat konusunda bir hayli kalabalık gözü kapalı teslim olanlar. Kime peki Tanrıya inandıklarını söyleseler de itaat ettikleri şarlatanlar elbette.
Din gücünü kaleme alan tarih bilimciler dinler üzerinden sınıra dayandıkları her anda, geri çekilerek o ilkelliğe hizmet etmişler. Doğruyu söylemekten onları alıkoyan şey, pastadan pay alma hevesi olabilir mi?
Tanrı kutsiyetinin, eşitsizlik üzerinden zihinlerde çelişki bırakan inanç eksikliği, işte bu yüzden baş gösteriyor. Bu yüzden insanlar ikilemde kalıp Tanrının varlığını sorgulamaya kadar gidebiliyor. Araya giren din tacirleri bütün gizemi bozuyorlar. İnananlarda neye, niçin inandıklarını bilmiyor.
Hangi dine mensup olursanız olun, hangi güce, görüşe sahip olursanız olun, söz konusu menfaatlerse, herkes sonunda kendi çıkarlarının gölgesinde kendi yarattığı doğruları dayatıyor. Birinden birine tutunuyorsunuz mecburen, mecbur kalarak.
Toplumların dini farklılıkları ve izledikleri yollar zamanla sistemin içinde bir gölge gibi kalıyor adeta.
Öylesine büyük haksızlıklar yaşanan bir dünyada, gelecek günlerin güzelliğine öykünmek sanırım şu durumda aptallık olur.
Daha çocuklarını koruyamayan, açlarını doyuramayan bir dünyanın, toklarını doyurabilme ihtimali ne yazık ki hiç yok.
Korkutarak baskı kurarak inanca zorlamak, asıl var olan gerçekleri görmemizi engelliyor.
Herkesin eşit yaşayabilmesi mümkün değilse, sistemin içinde hata var demek ki. Yoksulluk yoksunluk kader olarak biçimlendirilmemeli.
Tanrı en büyük güç ise, kullarının o gücü yok sayarak, sadece kendilerini güçlendirmelerine izin vermemeli.
Ve çok daha acıtıcı olanı, birilerinin kendini Tanrıdan üstün görüp, insanlığın üzerinde baskı kurup korku salarak, haklara tecavüz etmesi.
Bu dünyanın içinde olanlardan, dışında olanları mı sorumlu tutalım, bilemedim ne yapalım.
Galaksinin gücünü elinde tutanlar (!) dünyayı başıboş bırakmışlar sanki. Kime inanacağını, kime güveneceğini şaşırıyor bu durumda insan. Keşke sadece ölüm konusunda eşit olmasaydı insanlar, yaşarken de eşit olsalardı.
Bir duyan olur belki de çocuklar ve masum insanlarda sömürülmeden eşit şartlarda yaşayabilirler.
Bu adaletsizliğin bedelini de garip kalanlar, bırakılanlar ödüyorsa, kime inanılır kime sığınılır değil mi?