Öte yandan, söyleyecek sözü olan herkese büyük bir hoşgörü ile sayfalarını açan Halkın Sesi, yazarlarının fikri yelpazesini alabildiğince geniş tutarak bir “tartışma kürsüsü” olmaya çalışıyor. Zaman zaman periyodu şaşsa da, İslamcılardan bendeniz gibi “müfrit” solculara, sosyal demokratlardan ulusalcılara, Türkçülerden ülkücülere kadar her tondan insana kadrosunda yer vererek, bir “düşünsel gökkuşağı” oluşturmaya çalışıyor. Sözcüğün tam anlamıyla bir “fikir fukaralığı” içinde debelenen kentimizde bu duruş son derece önemli bence. Önemli, kentin yol haritasını çizecek öncü fikirler ancak böylesi tartışmalarda ortaya çıkar çünkü…
KAVRAMLAR DÜNYAMIZ SIĞ
De, gerçekten böyle mi oluyor, o tartışmalı elbette. Yalnızca bizim gazetenin değil, kentin umum matbuatının fikri hayatı donmuş vaziyette çünkü. Filizlenmesi, uç vermesi, yeşermesi, hayatın bin bir rengi ile yeni ufuklara yönelmesi de zor görünüyor. Böyle olunca da vazgeçtim fikri zenginlikten, çoğu zaman bir “bulamaç” çıkıyor ortaya. Yalan, dezenformasyon, malumatfuruşluk, akıldanelik, öngörü yoksunluğu gibi kavramlar yazıların olmazsa olmazı haline geliyor. Bunun nedeni de açık bence: Çok azını tenzih ederek söylüyorum ki, Zonguldak gazetelerinde eğitimli, kariyerini oluşturmuş, alanında uzmanlaşmış, sözünün her kesimde ağırlığı olan insanlar değil de, “bencileyin ümmiler” kalem sallıyor. Cahil cesareti gazete sayfalarına egemen olunca da, fikri olan kalemini kâğıdını toplayıp kaçıyor.
Üşenmeyin ne olur, iddialı olan ve gerçekten çok okunan köşe yazarlarını şöyle bir tarayın lütfen. Göreceksiniz ki, güç odağı haline dönüşüp kent üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştığı her harflerinden belli bu zevatın tamamı, “yanılmaz güç” olduğu iddiasında en başta. Yüzlerce kez tosladıkları, pek çok yanlış yaptıkları halde hiç özür dilemediklerine göre, internetin her şeyi kayıt altına aldığı bu enformasyon çağında, herkesi balık hafızalı sanıyorlar. Egoları balon gibi şişkin olduğu gibi empati kurma, karşısındaki anlama çabası da sıfır mertebesinde dahası. Her biri hep “bir numara” olduğu iddiasında ama… En kötüsü de şu ki, ortaokul çocuğu düzeyinde Türkçe bilgisinden yoksun bu muhteremlerin kavramlar dünyası da oldukça sığ. Sonuncusuna beni de dahil edebilirsiniz isterseniz…
HALKIN SESİ’NE YAKIŞMIYOR
Duymuşsunuzdur mutlaka, halk arasında, “Ayının bildiği dokuz laf, dokuzu da armut üstüne” diye bir atasözü var… Ben dahil pek çoğumuz birbirini tekrar eden yazılar yazıyoruz. Onuncu sözcüğü bulup, kendimizi kulvarın taşına atacak söz varlığına, düşünsel birikime sahip değiliz çünkü. Okur da dâhil, her birimiz vasata teslim olmuş durumdayız. Bir cangılın içinde tepişip durmak işimize geliyor. Yapay denge bu cangılın üzerine kurulu çünkü… Dengeler bozulup, taşlar yerinden oynayınca toplumsal statümüzü, pozisyonumuzu, olmayan ağırlığımızı yitirme tehlikesi içindeyiz. “Cilalı imaj” devrinde, körlerin sağırları ağırladığı garabeti, yana yakıla kente dayatmamamız da bu yüzden zaten…
Madem bizim gazeteden başladık öyle bitirelim. “Sansürcü” yaftasının boynuma asılmasını istemem ama fikir özgürlüğü adına kamusal alanların açık şekilde gasp edilmesine güzellemeler yapan yazılara yer vermek yakışmıyor bize; Adnan Küçükvar’ın kimi yazıları gibi tıpkı… Geçmişte, kraldan çok kralcılık yapıp AKP muktedirlerinin bile kabul ettiği kimi gerçekleri yok sayarak Gezi eylemcilerine saldıran Küçükvar, bu kez hiç bitmeyen bir kinle solcuları dolamış diline… Hiç haddi ve hakkı olmadığı halde solun mücadele tarihi hakkında inciler döktürmüş. Kendi fikrinin propagandasını yapmasına bir şey diyemeyiz ama eleştiri sınırlarının çok üstüne çıkan ve tümüyle “karalama ve tahrifat” boyutuna erişen bu yazılar “Halkın Sesi’nin ilkeselliğiyle” ne derece bağdaşıyor, bunu gazete yönetimi düşünsün ama ben yanıt yazmaya gerek bile görmüyorum. Tartışmaya değer hiçbir pırıltı yok çünkü…