"Darp Etmeyiniz”

Abone Ol

1) Benim eski düldülüm son zamanlarda iyice su koy vermeye başlamıştı. Zırt pırt ufak marazları çıkıyordu. Bir yağış sonrası aracın içinin göle döndüğünü gördüğümde hatayı kendimde bulup, camı tam kapatmamışımdır diye düşündüm. Sonrasında her inişimde, arabanın etrafında iki kat daha fazla dönüp camları sıkı sıkı kapatmaya başladım. Ama aradan kısa bir zaman geçip de bir başka sağanak yağışı sonrası, zemininin yine caldır caldır su içinde olduğunu görünce, aldım bunu acile, aman yani servise. Ellettim ve öğrendim ki zavallının ne kadar su tahliye kanalı varsa, çalı çırpı ve kuru yapraklarla tıkanmış. Adamlar ilk önce "Bunu ağaç altına mı park ediyorsunuz?" diye sordu. Evet diyemedim, "Bazen" dedim. Oysaki hep ağaç altına park ediyordum.

Benim evin önünde, ev ile yaya yolu arasında kalan 3-4 araçlık park yeri var ve yaya yolunun dibinde kök salıp, alabildiğine heybetlenmiş bir erik ağacı mevcut. Tam bu ağacın dibine denk gelen yerdeki park yeri de her zaman boş olur. Ben de buraya taşındığımdan beri, düldülü buraya çekiyor, bir de her defasında boş buldum diye manyak gibi sevinip, ya ben çok şanslıyım, ya milletin gözü kör diye düşünüyordum. Ne güzel yeri görmüyorlar oysaki yazın mis gibi gölge oluyor, kışın da kardan buzdan koruyor diyordum. Bizim lojmandaki diğer koftilerin de muhtemelen yoldan geçen çoluk çocuk çiziverir diye korktuklarını zannediyor, bu konudaki cesaretimden dolayı da içten içe kendime (hesapta mala, maddeye ehemmiyet vermiyorum ya) hayran kalıp bir akordeon gibi şişip şişip iniyordum. Hâlbuki herkes yaprakların kanalları tıkayacağını bildiğinden oraya itibar etmiyor ve muhtemelen oraya her çekişimde tül arkalarında kıs kıs avanaklığıma gülüp kesin onlar da benim için "KOFTİ" diyorlardı. Herkes düşman, herkes biri takılıp düşse de gülsek diye bakıyor. Gerçi ben ahmaksam millet neden eğlenmesin ki bu da konunun diğer yönü yani.

2) Geçenlerde bir alışveriş merkezine gittim. Park yeri hınca hınç dolu olduğundan düldülü bir başka aracın arkasına, onun çıkışını engelleyecek şekilde park ettim ve bu gibi durumlar için önceden hazırlamış olduğum, üzerinde GSM numaramın yazılı olduğu karton parçasını güzelce cama dayadım. Hani çıkılması gerektiğinde bana hemen ulaşılabilsin diyerekten. Başkalarının haklarına ve en önemlisi zamanına en az kendininki kadar önem veren bilinçli bir vatandaşım ya hesapta. İçeri girdiğimde çoktan, o andan önceki hayatıma ait kayıtları dürüp büküp hafızamın tozlu raflarına kaldırmıştım bile. En ucuzunu seçecem diye burnumun ucundan düşmek üzere olan yakın gözlüklerimle, tuvalet kağıdı bloklarının arasında kendimden geçmişken birden cep telefonum çalmaya başladı. Açtım. Bir bey arıyor. "Bayan" dedi "Bu gri araba sizin mi?" Yüzyıllar önce internete koyduğum eski gri düldül için arıyorlar sandığımdan "Yoo benim değil, yani ben onu satalı çok oldu" diye cevapladım ve bir müddet sessiz kalınca, peşinden "Madem neden ilanı kaldırmıyorsunuz" diye sorarak, azarlayacak telaşıyla hemen telefonu kapattım. Bir iki parçadan oluşan alışverişim boyunca aynı numara bir kaç kere daha aradı ama ben yine açmadım. Bu azarı o dönem çok yemişliğim vardı, nasıl içime oturduysa hala yutamamıştım. O ilanı nasıl becerip te oraya koyduğumu bilmediğimden, nasıl kaldırıcağıma da aklım sırrım ermiyordu. Ben de çareyi, telefonu bu sebeple arayanların yüzüne kapatmakta bulmuştum.

Alışverişi bitirip arabamın yanına geldiğimde elinde cep telefonu, kafasını kaşıyan biçare adamcağızı görünce hafızam yerine geldi. Zavallı karşısındaki kişinin bir bunak olduğunu bilmediğinden acaba yanlış mı çevirdim diyerek üst üste doğru numarayı denk getirmeye çalışıyordu ve belli ki,  karanlık sebebiyle arabamın rengini küçük bir sapmayla bej diye değil gri diye telaffuz etmişti. Allah'tan hava kararmıştı da pancar misali kızardığım fark edilmedi. Bana bir şey söylemesine fırsat vermeden arka koltuğa torbamı fırlattığım gibi arabayı bir çekişim var ki, ralliciler halt etmiş. Aynı şey bana olsa ki şimdiye kadar cep telefonu numarasını bırakana hiç rastlamadım, öyle bir sinirlenirim ki, demediğimi bırakmaz, vatandaşı, bırak yanlış park etmişliğine araba sahibi olduğuna bin pişman eder, soluğu en yakın araba galerisinde aldırır, aracını da satış için bırakmasına yol açardım. Eğer okuyucularım arasındaysa o beyefendi, utancımdan oradan hemen sıvıştım ama buradan kendisinden özür diliyorum, “Yaşlılar hakkında kötü düşünmeyiniz, onları darp edesiniz gelse bile kendinize mukayyet olunuz, unutmayınız ki,  bir gün siz de o yaşlara geleceksiniz" diye de mesajımı gönderiyorum.

3)  5 - 7 - 9 diye uzar bu konu eğer; .. çarşıya arabamla indiğimi unutup, dolmuşla park yerindeki arabamın yanından geçerken "anaaa arabayla inmişim ya ben" diyerek telaşla dolmuşu durdurup inmeye çalıştığımda, kaba bir yolcunun "hay gerzek" çıkışıyla, hepsinin birden, benim gibi müstesna bir bayanı kahkahalarıyla incitmelerinden,

...yine eve döndüğümde, erik ağacını altında arabamı göremeyince "Eyvah koca Zonguldak’ta çalmaya değer bir benim düldülü buldular görüyon muu?"  diye hönkür hönkür ağlayarak ortalığı ayağa kaldırdığımı, yetmezmiş gibi 155'i arayıp olay mahalline kadar teşrif ettirip zabıt tuttururken, işyerinden bir arkadaşın "Senin arabayı dairenin park yerinde gördüm" demesiyle neredeyse devlet memurunu boş yere alıkoymaktan müebbete mahkum edileceğimi....

..anlatmış olsam. Dua edin ki o konulara hiç girmiyorum. Off off ne olacak bu memleketin hali. Hahaha nasıl da olayı saptırıp genele yaydım ama. Ee bunak munak ama sivri bir zekam olduğu güneş gibi ortada. Uzun zamandır işten güçten göz muayeneme gidemediğimden sakata gelmemeniz için kimseyi kiss miyor, saygıyla selamlamak için kıvrak bir serilikle reverans da etmiyorum. Çünkü en son bunu denediğimde kafayı sehpaya çarpıp kaşı patlatmıştım. Pısırık bir korkaklıkla sadece görüşmek üzere diyorum.