DİNİ YALAN SAYIP NAMAZ KILANLARIN VAY HALİNE!

Abone Ol
 
Öte yandan tekâsür kavramı çağımızda “kapitalizm yarışı” denilen şeye tekabül etmektedir. Çünkü kapitalizm eldeki anaparayı (sermaye) çoğaltma, artırma, biriktirme çabasına dayanır. Sermayeye dayanan, onu çoğaltmayı (kâr) yegâne gaye bilen, sermayedarların üretim araçlarının sahibi olduğu, alım satımın sırf zenginleşme ve kâr maksadıyla yapıldığı, biriktirme ve çoğaltma dışında hiçbir değerin geçer akçe olmadığı, bu iktisat görüşünün oluşturduğu düzendir.  
 
Maun Suresi’ne göre müşrik yönetici kadro, Allah’a inanan, Kabe’nin ehli, dinli imanlı, abdestli, başı secde gören, kurban kesen, oruç tutan ve hac yapan insanlardır.  Ancak bu yönetici kadro, kendilerini rab olarak görüyordu ve bunlardan bir tanesi de Ebu Cehil’di . Ebu Cehil Kabe’nin rabbi ve keremi olduğu söylüyor, halk da buna inanıyordu. Ancak Allah, Alak Suresi’nin ilk  5 ayeti ile bunun  böyle olmadığını, kendisinden başka hiçbir ilah ve rab bulunmadığını  ve “Alemlerin yaratıcı Rabbi”nin  Allah olduğunu, “en büyük kerimin (cömerdin)” kendinsin olduğunu belirtiyordu. Bu mesaj ile insanları rabler ve ilahlar edinildiğinde yaşam içerisinde her şeyin kaosa döneceğinin bilgisi veriliyordu.
 
Bu müşrik yönetici kadro,“Bizler her ne yaparsak yapalım onu ‘Allah adına’ yapıyor ve onun adına hüküm koyuyoruz.  Bundan dolayı da ne yaparsak yapalım suçlu olmayız. Bu sizin kaderinizdir” diyordu. Taptıkları putların kendilerine şefaat edeceğini umuyor, toplumda aşağı tabaka olarak gördükleri insanlara köle muamelesi yapıyor, yoksulları eziyor, kimsesizlere acımıyor, kadınları bir eşya gibi alıp satıyor, kız çocuklarını da diri diri toprağa gömüyorlardı. Muhammed Peygamber’in tebliğ ettiği dinse,  insanları sınıflara ayırıp, etnik kimlik ayrımı yapmıyor, köleliği reddediyor, tüm insanların Allah yanında eşit olduğunu kabul ediyor ve kadınların erkekler gibi haklara sahip olduğunu söyleyerek yetimlerin, yoksulların ve ezilmişlerin hakkını savunuyordu. Monarşi (kral, şeyh, halife) veya oligarşi gibi bir düzene karşı olan, onların yerine kamusal alana dayanılmasını ilke edinen, atalarının dinini körü körüne izlemeyen ve geleneği sorgulayan bir dindi bu.
 
Bu mesajı duyan insanlar da bu davete icabet ediyordu. Bu durum Mekkeli yöneticileri tedirgin etmekteydi. Mekke’nin ileri gelenleri, köle olarak gördükleri insanlara şiddetli baskı uygulamalarına ve işkence yapmalarına rağmen, bunlar, Peygamber’in mesajından ayrılmıyor hatta bu mesaja inananların sayısı gün geçtikçe çoğalıyordu. Daha düne kadar puta tapan insanların, Muhammed Peygamber’i, kendilerine hiçbir mal, mülk vermemesine rağmen, şiddetle savunmasına bir türlü anlam veremiyordu. Muhammed’in bu işi nasıl yaptığı, kendi aralarında merak konusu oluyor ve onun anlattıklarını merak ediyorlardı. Hatta içlerinden Peygamber’in anlattıklarını dinlemek için kendisini inanmış gibi göstererek yanına gidip dinleyenler oluyordu. Bu kişiler, ondan duyduklarını, “Muhammed böyle dedi” diye kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtıyordu. Böylece bir taraftan inananların kafalarını bulandırmaya çalışırken, bir taraftan da yoksullara ve kimsesizlere işkence ediyordu.
 
Bu durum yeni inananlar arasında huzursuzluk yaratmaya ve Peygamber’i sıkıntıya sokmaya başlayınca Yüce Allah, Maun Suresi ile yönetici konumundaki ikiyüzlü müşrikleri sertçe eleştirerek teşhir etti. Bu sure 7 ayettir ve sürenin tamamı Mekke’de inmiştir. Ayrıca Tekasür Suresi’nin devamı niteliğinde olup 17. süredir. Surenin iniş sebebi konusunda bir sürü rivayet bulunmaktadır. Bazı rivayetlerin peygamberimizin henüz daha peygamber olmadan anlatılan hikayeler gösterilirken kimileride şu kişi hakkında indiği rivayetler ile anlatılmaktadır. Aslında surenin kimin için indiği önemli değildir. Çünkü Kur’an’ın hükmü sadece bu şahıslarla sınırlı olmayıp her zaman ve her yerde, bu kişilere benzeyen, aynı davranışlarda bulunan tüm insanları kapsayacak bir evrenselliğe sahiptir
 
1. Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini / Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2-3.İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. 4-7.Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden (mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken) ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline!”
 
DİNİ YALAN SAYIP NAMAZ KILANLARIN VAY HALİNE!
Birinci ayette, “Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? Din genel de yol, adalet, hüküm, ceza, mükâfat, kaza itaat vs. gibi birçok anlamlara gelmektedir.
 
2-Allah’ın dinini, hükmünü, adetini, cezasını, mükafatını, yargısını, bütün bunları ifade eden yola girmeyi (Ona itaat etmeyi, tabi olmayı) reddedeni, inkar edeni, yani buna karşı çıkanı görüyormuşsun?  Şuna bir bak işte o var ya o!
 
3-Yani böylesi tiplerin karakteri şudur: Öksüzü hor görür, yoksulun halinden hiç anlamaz, fakir fukara, garip gureba umurunda bile değildir. Kendi bencil çıkarlarından başka, dünya yansa dönüp bakmaz. Varsa yoksa kendisi, malı, mülkü, şanı, şöhretidir onlar için. Bugünkü tabirle vicdansız, merhametsiz, zenginlik hırsından gözü dönmüş, parası olmayana dönüp bakmayan, üstelik küstah; dini, imanı, Allah’ı “fakirin ekmeği, züğürtün tesellisi” olarak gören kapitalist tipler, çağımızda bu karakterin ta kendisidir. Aynı zamanda aklı sıra namaz kılar / salat ettiğini iddia ederler.
 
2-3 ayette “İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.”
Bu ayet bize Fecr Suresi’nin 17-20. ayetlerini hatırlatmaktadır.“Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Doğrusu siz, yetimi, üstün-saygın bir şekilde yetiştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi özendirmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına!”
 
4- Allah’ın burada dini yalanlayan, öksüze hor bakan ve yoksulun halinden anlamayanlar olan iki bariz misalle anlattığı konu, ahireti inkâr edenlerin ne kötü meziyet sahibi olduklarını göstermektedir. Tabii ki, “dini yalanlayan” kimselere ait yegâne gösterge bununla sınırlı değildir. Şimdilik “dini yalanlayanın” sadece bu özelliği öne çıkarılmıştır.
 
5-Dine inandığını söyleyip, üstelik namaz /salat ederek dindar geçinenler vardır. Onlardan da öksüzü hor gören, yoksula aldırış etmeyen, kendi bencil çıkarları dışında bir şey görmeyen, varsa yoksa kendi malı, mülkü, şanı şöhreti için yaşayanlar vardır… İşte bunlar da dini yalanlayanlar gibidir. Onlarla bunlar arasında pek fark bulunmamaktadır. Çünkü din, her şeyden önce ötekini düşünmek, duyarlı olmak, karşılıklı yardımlaşma içine girmek sosyal bir yaşam demektir. Allah ile insanlar ile toplum ile… Bunlardan sadece Allaha yönelip namaz adı altında yatıp kalkmak din değildir.
 
Dinin özü sosyal yaşamdan, insanlara faydalı olmaktan, iyiliği yaymaktan, erdemli ve dürüst yaşamaktan ekmeğini aşını olmayanla bölüşmekten, paylaşmaktan geçer. Çünkü bu mülkün asıl sahibi Allah’tır. Komşusu açken tok yatanların insanlar açlık sınırındayken villa alanların, sokaklar dilenci, öksüz, garip gureba doluyken bu villalarda sabahlara dek yünlü seccadelerde namaz kılanların vay haline! Mazlumun ahı arşı alaya yükselirken, yoksulun açlığı yeri delerken, öksüzün ağlaması arşı çatlatırken sadece kıldıkları namazlara güvenerek ruz-i mahşere gidenlerin vay haline! (Yaşayan Kuran)
4-7.Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline!”
 
“Onlar desteklerinden gafildirler, verdikleri desteği eğlence olarak yapmaktadırlar”  şeklinde olur. Mâûn Suresi’ne  dikkat edilirse, bundan evvelki surelerde üzerinde durulmuş olan sosyal adalet ve sosyal paylaşım ilkelerine ait öğretileri özetleyerek yine ön plâna çıkarmaktadır.
 
İKİYÜZLÜ RİYAKÂRLAR.
“Riya” samimiyetsizliğin ve kişiliksizliğin bir sonucudur. Bu ikiyüzlü kimseler, ya bir dünyalık elde etmek, ya bir makama çıkmak, ya da şöhrete ulaşmak için içten gelmeyen sahte davranışlarda bulunurlar. Bulundukları ortama göre, çıkar sağlamayı düşündükleri insanların hoşuna gidecek veya onlara şirin görünecek hareketler yaparlar. Oysa onları gören, izleyen birileri yoksa bu hareketleri yapmazlar. Zira amaçları doğru olanı yapmak değil, çıkar sağlamayı umdukları kişilerin gözlerini boyamaktır. Bu hareketleri ile beklenti içinde oldukları insanları kandırmaya çalışırlar. Böylece hem kendilerini hem de biriktirdikleri servetlerini korumuş olurlar.