İl Divan Kurulunda bir konuşma yapan Saadet Partisi İl Başkanı Burak Erol, “Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde ekonomi politikasında yapılmaması gereken ne varsa yapmış olmamıza karşın hala ayakta durmayı becermemiz ise kayıt dışı ekonominin yarattığı paralel evrenin katkısıyla olmuştur. İşin en acı yanı bugün geldiğimiz aşamada kayıt içi yaşayan insanların kayıt dışı yaşayan insanlara muhtaç duruma düşürülmüş olmasıdır” dedi.
Erol konuşmasında, “Bugün 1 Eylül 2024 Pazar.İl divanımız münasebetiyle biraraya geldik. Sözlerime başlamadan önce sizinle birlikte olmaktan son derece mutlu olduğumu belirtmek isterim. Ülkemizin ve şehrimizin içinde bulunduğu sosyal,siyasal ve ekonomik koşullardan memnun olmayan geniş halk kesimleri büyük bir iştiyakla kendi özü olan MİLLİ GÖRÜŞ idaresini beklemektedir. Hem iktidarda hem muhalefette bulunup halkın ihtiyaç ve beklentilerine cevap veremeyen partilerden yaka silken Aziz Milletimiz dört gözle Saadet Partimizin en kısa zamanda icra edeceği Olağan Genel Kurul sonrası oluşacak yeni yönetimi özlemle beklemektedir. Hem yerelde hem genelde beceriksiz ve sorumsuz yöneticilerden ümidini kesen seçmenlerimiz Saadet Partili yöneticileri hasretle beklemektedir. Sizden bir ricam var, şöyle rahat bir şekilde arkanıza yaslanın ve sözlerime kulak veriniz. Sizlere birkaç hususta da bilgilendirme yapmayı arzu ediyorum.
SON ON YILDA YARATTIĞIMIZ FACİALARDAN BİR DEMET
Türkiye, son on yılda telafi edilmesi son derecede güç birtakım facialara imza attı. Bunların hangisi ve ne kadarı hataydı, hangisi bilerek ve isteyerek yapıldı bunu bilmiyoruz. Ama tamamı inanılmaz yanlışlardı. Öyle yanlışlar ki ekonomi ve finans ders kitaplarına “yapılmaması gereken hatalar” başlığı altında ayrı bir bölüm olarak girebilir.
ÖZELLEŞTİRME
Özelleştirmenin amacı kamu kesiminin kaynak ayıramadığı üretim tesislerini özel kesime devrederek yeni yatırımlarla, yeni teknolojiyle verimlilik artışı sağlanması ve daha ucuza daha fazla üretim yapılmasının sağlanmasıdır. Türkiye, yirmi birinci yüzyıl öncesinde devlet eliyle kurduğu bütün tesisleri, işletmeleri, üretim birimlerini özelleştirdi ama ne üretim artışı sağlandı ne de ucuzluk. Çünkü yapılan aslında gerçek anlamda bir özelleştirme değildi.
DIŞ BORÇLANMA
Yirmi birinci yüzyıla girerken Türkiye’nin dış borç stoku 103 milyar dolardı. 2023 yılsonu itibarıyla dış borç stokumuz 500 milyar dolar. Demek ki 23 yılda dış borç stokumuzu 4 kat artırmışız. Bu borçlar nereye gitti? 200 yıldır tekstil sektöründe olup da dünya çapında marka çıkaramamış bir ülkeyiz. Dış borçlanma, yeni teknoloji ithaline, verimlilik artırıcı gelişmelere, üretimde kaliteyi artırmaya gitmediği sürece sadece ekonomiye yük getirir.
VATANDAŞLIK VERME
400 bin dolara bir gayrimenkul alanlara (yakın zamana kadar 250 bin dolardı) vatandaşlık verildi. Bu gayrimenkuller üç yıl süreyle satılamıyor: Tek koşulu bu. Oysa başka ülkelerde bu tür yatırımlara ek olarak o ülkenin lisanını öğrenmek dâhil pek çok koşulu bir araya getirip uzun yıllar beklenmeden vatandaşlık alınamıyor. O ülkelerin çoğu beş yılın sonunda altın vize denilen süresiz oturum hakkı veriyor, vatandaşlık vermiyor. O arada da bir sürü masraf tahsil ediyor. Bizde vatandaşlığı alıp da üç yıl bekledikten sonra aldıkları evleri değer artışıyla daha yukarı bedele satanlar, vatandaşlığı almanın yanı sıra para da kazandılar. Böylece, hiçbir koşul aramadan üste para kazanmalarını sağlayarak vatandaşlık vermiş olduk.
ENFLASYON YÜKSELİRKEN FAİZ DÜŞÜRME
2021 yılının Eylül ayına gelindiğinde enflasyon yüzde 19, Merkez Bankası’nın politika faizi de yüzde 19 idi ve enflasyon yükselme eğilimindeydi. O aşamada “faiz sebep enflasyon sonuçtur” iddiasıyla ortaya çıkıldı ve faiz düşürülmeye başlandı. Enflasyonun yükselme hızı arttıysa da faizi düşürme ısrarı sürdürüldü ve sonunda yüzde 8,5’e kadar indirildi. Enflasyon yüzde 85’e yükseldi. Geçen yıl bu zamanlar faizin sebep değil sonuç olduğu anlaşılınca faiz yükseltilmeye başlandı. Faizin sebep değil sonuç olduğunu 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde anlamayı başarmış bir toplum olarak bir kez daha tarihe geçtik. Hala enflasyonun düşmesini bekliyoruz. Neyse ki önümüzdeki aylarda baz etkisiyle düşüş olacak.
Gerçek enflasyon, açıklanan enflasyondan çok daha yüksek olduğu için insanlar alınan önlemlerin enflasyonu düşüreceğine inanmıyor, geleceğe ilişkin olumsuz beklentileri devam ediyor. Öyle olunca da insanlar tasarruf etmiyor, para tutmuyor, ellerine geçen parayla bir an önce dolar, altın, konut, araba ya da ihtiyacı olan mallardan fazla fazla almaya yöneliyor. Faiz gerçek enflasyona değil de açıklanan enflasyona göre ayarlandığı için insanlar bu alışkanlıktan vaz geçmiyor ve enflasyona katkı yapmaya devam ediyorlar. Gerçekleri saklayarak enflasyonu artırmış olduk.
KUR KORUMALI MEVDUAT
Faizi düşürerek enflasyonu düşüreceği iddiasıyla ortaya çıkan hükümet baktı ki faizler düştükçe insanlar dövize hücum ediyor, bu hücumu önleyebilmek için kur korumalı mevduat (KKM) diye bir araç icat etti. Bu araç aslında gerçek enflasyon kadar faizi başka bir ad altında bankalar değil de Hazine ve Merkez Bankası’na ödetme aracıydı. Sonraki aşamalarda Hazine devreden çıkarıldı ve yük Merkez Bankası’na devredildi. Uygulama 2023 yılında Merkez Bankası’nın 818 milyar lira zarar etmesine yol açtı. Normal olarak her yıl kâr eden ve bu kârı Hazine’ye (bütçeye) devreden Merkez Bankası zarar edince bütçe de o kadar kaynaktan mahrum kalmış oldu.
CARRY TRADE
Merkez Bankası faizi yüzde 50’ye kadar yükseltti. Bu faiz, bırakın gerçek enflasyonu açıklanan enflasyonun bile altında. Buna karşılık kur, sabitleşme eğilimine girince insanlar dövizlerini bozdurup TL mevduat hesaplarına ya da tahvillere yatırıyor. Öyle olunca kur daha da gerilemeye başlıyor. Bu hesaplar 1 ay, 3 ay gibi çok kısa vadeli hesaplar. Vade dolduğunda kur değişmemişse alınan faiz, döviz faizi konumuna geçiyor. Böylece kendi paramızla borçlanmış gibi görünsek de aslında dünyanın en yüksek döviz faizini ödeyerek dövizle borçlanmış olduk.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde ekonomi politikasında yapılmaması gereken ne varsa yapmış olmamıza karşın hala ayakta durmayı becermemiz ise kayıt dışı ekonominin yarattığı paralel evrenin katkısıyla olmuştur. İşin en acı yanı bugün geldiğimiz aşamada kayıt içi yaşayan insanların kayıt dışı yaşayan insanlara muhtaç duruma düşürülmüş olmasıdır.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen Mehmet Şimşek’in, görevi devralırken yaptığı konuşmada en dikkat çeken cümle: "Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeceği kalmamıştır" ifadesiydi. Şimşek, bu ifadesiyle önceki dönemde ekonomi alanındaki uygulamaların rasyonel olmayan uygulamalar olduğunu vurgulamış oldu.
Rasyonel sözcüğü Türk Dil Kurumu Sözlüğünde akla uygun, aklın kurallarına dayanan, ölçülü, hesaplı, ussal olarak tanımlanıyor.
Rasyonel davranmak bugün uygulamada olan ana akım ekonomi biliminin yaşama yaklaşımının en temel ilkesidir. Makroekonomi açısından rasyonellik; fiyat istikrarı, düşük işsizlik, yüksek büyüme, düşük cari açık gibi makroekonomik hedefleri bir arada yakalayabilmeye dönük politikaları uygulamak olarak tanımlanabilir. Bu yolda atılacak adımların beklentileri de olumlu yönde etkileyerek bunların hepsinin bir arada gerçekleşmesini sağlayabileceği düşünülür.
Rasyonel sözcüğünün karşıtı olan irrasyonel sözcüğünün Türk Dil Kurumu Sözlüğündeki karşılığı da çok net: Akıl dışı. Yani akla uygun olmayan yaklaşımlar, davranışlar, kararlar.Bu şu anlama gelmektedir; Sayın Şimşekten önce ki bakanlık görevini icra eden beyefendi ve kadrosu tamamen akıl dışı uygulamalara imza atmıştır. Buradan sormak istiyoruz; Aziz milletimizin ekonomik geleceği , gençlerimizin geleceği , devletimizin bekası sizin deneme tahtanız mı ?
ENFLASYON MUHASEBESİ
Üretmeyen Türkiye’nin de bir numaralı ekonomik sorunu enflasyondur! Ancak işte görüyorsunuz yetkililer bu sorunu; israfı durdurmak, yolsuzlukla mücadele etmek ve üretim seferberliği yapmak yerine; borç-faiz ve vergi politikalarıyla çözmeye çalışıyor. Sonuçta fatura yine vatandaşa kesiliyor!
Ülkemiz, özellikle son yıllarda uygulanan yanlış politikalar neticesinde borç-faiz bataklığına saplandı. Bataklığın boyutlarını anlamak isteyenler Merkez Bankasının yayınladığı verileri takip edebilirler. Merkez bankası kaynaklarına göre dış borç 506 Milyar dolara yükselirken; kısa vadeli borç stoku da 180 Milyar Dolara ulaşmış. Sadece son yedi ayda merkezi bütçeden ödenen faiz 667 Milyar TL olmuş. Artan bütçe açıkları bir taraftan yeni borçlanmalarla finanse edilmeye çalışılırken; diğer taraftan yeni vergiler koyularak, vergi oranları arttırılarak, vergi icatları çıkarılarak karşılanmaya çalışılıyor.
Halbuki hatırlayacaksınız geçtiğimiz yıl yapılan seçimler öncesinde ve sonrasında iktidar yetkilileri “yeni vergi konulmayacak” vaadinde bulunmuştu. Seçim ekonomisi politikalarıyla bütçe “Kara Deliğe” dönüştü. Bütçe açıklarını da kapatmak için KDV ve ÖTV gibi bütün toplumu etkileyen dolaylı vergi oranları arttırılmıştı. Ve son olarak da “Enflasyon Muhasebesi” icat edildi. Nedir Enflasyon Muhasebesi Uygulaması? İşletmelerin, elinde bulunan parasal olmayan tüm varlıkların, ürünlerin ve stokların değerini; belirlenen enflasyon verileri üzerinden güncellemek suretiyle oluşacak olan farktan vergi. Enflasyon zaten haksız bir vergidir. Enflasyon muhasebesi ise bir “Tuzak Vergidir”. Ve maliye tarihimize, AK Parti iktidarı tarafından kara bir leke olarak düşürülecektir. Üzülerek ifade ediyorum ki; Enflasyon muhasebesi uygulamasında ısrar edilirse ortada ne vergi ödeyecek bir esnaf ne de defter tutacak Serbest Muhasebeci Mali Müşavir kalacaktır. Bunun bedeli Türkiye’ye ağır olacaktır. Bu konuda Halkla İlişkiler Başkanlığımızın detaylı bir çalışması var. İnşallah önümüzdeki günlerde tüm Türkiye’ de bu konuyu gündeme getireceğiz ve çözüm önerilerimizi kamuoyuyla paylaşacağız.
YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE
Kıymetli Misafirler; evet, gerçekten kötü bir tablo ile karşı karşıyayız. 22 yıllık kesintisiz iktidarın ve 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bize yaşattıkları ortada. Fakat elbette buradan dönüş mümkündür. Biz Milli Görüş’ün temsilcileri ve Saadet Partisi’nin mensupları olarak ilk günden itibaren bir şey söylüyoruz: Hedefimiz, Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya’dır. Burada bilerek ve isteyerek “Büyük Türkiye” değil “Yeniden Büyük Türkiye” ifadesini kullanıyoruz. Burada çok önemli iki ayrıntı var. Biz ilk defa “Büyük Türkiye” olacak değiliz. Biz asırlar boyu büyük olmuş bir ülkeyiz. Bizim için büyük olmak tabi bir seyirdir. “Yeniden” kelimenin içerisinden bizim bütün tarihimiz fışkırmaktadır. “Büyük Türkiye” demek sadece “Rakamları Büyümüş Türkiye” demek değildir. Bu bize yetmez. Büyük Türkiye dendiğinde kabak gibi büyümek, ya da bugün yaşadığımız gibi sömürge tipi kalkınma da anlaşılabilir. Biz böyle bir büyümeyi kastetmiyoruz. Biz hem manen kalkınmış hem madden kalkınmış bir Türkiye’den bahsediyoruz. Biz istiyoruz ki Yeniden kurmakta olduğumuz Türkiye hem yüksek teknolojiye, yüksek katma değere sahip olsun hem de manevi kalkınmaya sahip olsun! Biz istiyoruz ki yeniden kurulmakta olan büyük Türkiye’de; Diyarbakır’daki kardeşinin acısını Edirne’deki kardeşi duyabilsin. Biz Dünya'nın beyninin ve kalbinin yeniden Aziz Anadolu olacağına inanıyoruz. En önemlisi biz çizdiğimiz bu kötü tablonun değişeceğine inanıyoruz. Aziz milletimiz müsterih olsun. Biz daha önce yaptığımız gibi yine yapacak ve ülkeyi hep birlikte yeniden düzlüğe çıkaracağız. Çünkü biz İstiklalin de İstikbalin de Saadette olduğuna inanıyoruz.
Bu vesileyle; Bugün buraya gelen basın mensuplarına ve kıymetli siz teşkilat mensuplarımıza çok teşekkür ediyor, sizleri bir kez daha muhabbetle selamlıyorum” diye konuştu.
Saadet Partisinin il divan kuruluna katılımın yüksek oluşu da dikkatlerden kaçmadı.