Çoğu kez, benim gibi olanları değil, kendileri gibi olamadıklarımı izledim. Onların esintileriyle serinledim, yağmurlarıyla ıslandım.
Çocuklukta, gençlikte sinema yiğidim Yılmaz Güney'di. Yaşar Kemal, Aziz Nesin ön plandaydı. Uslu bakışlarım umut arıyordu, İnce Memed düşünde.
Çevremde, markalaşmış Derince Lisesi ortamında acılar da sevinçler de yaşadım. Çok tanışım oldu, ciddi, şakacı. Hepsinin yeri ayrıydı. Hepsi yaşam öykümün kahramanları oldular.
Kişiliklerimize saygıyla sevdik birbirimizi. Öykülerimize renk kattık özveriyle.
Selim Burak da işte o öykünün özgün kahramanlarından biri. O, benim acımda minibüstü, sevincimde tekneydi. Yılmaz Güney duruşu hep gözümün önünde, yalın gerçek.
Başında, sürekli, rengi değişen yazlık şapka. Doğal, içten, ille de saygılı. Şakasına sardığı yaşama çağrılı. Lokma paylaşmaya hazır. Beni hüzünlerden sıyırıp Körfez'e haykırtabilse çakırkeyip öyle mutlu olur ki!
Ciddi kitap adamını dağa, denize çağıran olgun bir hayat adamı var artık karşımızda. Çevremizi pilav günlerinde toplama çabasını hiç unutur muyuz?
Saygısı ve kibarlığı hiç eksik olmaz dünyamızda.
Atatürk vazgeçilmezi. Yobazlığa karşı duruş. Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan. İnançlara saygılı.
Hoş gördüğümüz dünyasının görüntüsü zamanı, yeri geldiğinde: Bir bardak Yeni Rakı, yanında ne bulduysa (beyaz peynir, kavun, karpuz, kivi, elma, balık, salata...) Her şey yalın, kimseye zarar vermeden...
Ve
Körfez kıyısında teknesi, mavi köpükleri yaldızlayan güneş gülümseyişli bulutların altında. Martıların çığlığı, balıkların dansı, dostların türküleri...
O ve onlar...
Dostlara, rastgele, deyip el sallamak yaşamak!
Bizde eğitim yaşam boyu. Herkes öğrenci, her şey öğretmen!
Ben onlara kitap sayfalarını açtım. Onlar bana yaşamın kucağını açtılar.
Açılan kucağın en sıcağına, en alçak gönüllüsüne merhaba!