Düşün artık yakamızdan

Abone Ol
İzleyebildiniz mi bilmiyorum. Devrek Çayı’nın Çaydeğirmeni beldesi sınırları içinde, “Reis” adlı bir şirket, toplam 23 Mw gücünde iki regülâtörden oluşan bir hidroelektrik santrali (HES) kurmak için çalışmalara başladı. Tüm yasal başvurular yapıldı ve ne kadar kirli teknoloji ürünü doğaya düşman yatırım varsa tümünün suç ortağı durumundaki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yapılması düşünülen HES için, bu kez Zonguldak İl Müdürlüğü eliyle “ÇED Olumlu Raporu” verdi. Prosedür gereği halkın tartışmasına açılan projenin en büyük destekçilerinden biri de Çaydeğirmeni’nin AKP’li Belediye Başkanı Satılmış Gebeş’ti.

 

ÇED toplantısının önce Zonguldak Valiliği’nde yapılacağı açıklandı, sonra ani bir kararla Çaydeğirmeni Belediyesi salonuna alındı. Başta Devrek’ten olmak üzere toplanan bir grup çevre gönüllüsü, AKP’li başkanın tüm çabalarına karşın salona düdükleriyle gelerek toplantının yapılmasını engelledi. Etrafındaki bir avuç yandaşın attığı, “Dik dur eğilme, Çaydeğirmeni seninle” sloganı doğrusu ya manidardı. Devletin gücünü de arkasına alan ve Gebeş gibi yönettiği belde halkının geleceğini karatacak uygulamalara imza atmakta beis görmeyen işbirlikçilerle palazlanan paragöz şirket hiç tınmadan çalışmasına devam etti.

 

TARLALAR GİBİ KESTANE AĞAÇLARI DA KURUYOR

Suyun yatağı değişmeye başlayınca ırmak çevresindeki tarlalar sulanamaz hale gelince doğa katliamının faturasını en ağır şekilde ödemeye mahkum edilen köylü kadınlar ayaklandı. Paragöz şirketin iş makinelerini durdurmak isteyen kadınlar, karşısında, jandarmayı buldu. Gazetemizin, “Gelsiyler gine govaklaruz” başlıklı haberinde yazdığı gibi AKP’li Gebeş tarafından kandırıldığını söyleyen kadınlar, HES’in yapılmasına izin vermeyeceklerini belirtti. Devrek halkı bir yandan beldelerini açık cezaevine çevirmeye çalışan projeye karşı çıkarken, sularını ticarileştirip kendilerini tarla kurutan bir sefalete mahkûm etmek isteyen uygulamayla da mücadele etmek zorunda artık.

 

Kilimli, Çatalağzı, Muslu, Göbü,  Kazköy halkının olduğu gibi tıpkı… Oralarda kestane ağaçlarının kurumasıyla başlayan süreç, bir başka paragöz Eren Holding’in yeni santraliyle daha da derinleşeceğe benziyor çünkü… Defalarca yazdım ama bir kez daha belirtmekte yarar görüyorum, ülkenin en zengin kestane ormanları bu bölgede bulunuyor. Denize paralel uzanan yamaçlarda, coşkun rüzgârların Karadeniz’den taşıdığı su buharıyla oluşan ekosistem, ülkenin en lezzetli kestanesini yaratıp bizlere sunarken, kestane meyveciliği de, civarda bulunan insanlar için ciddi bir gelir kaynağı oluşturuyor.

 

ÇAYDEĞİRMENİ’NDE GEBEŞ, MUSLU’DA ADIYAMAN

Kestane deyip geçmeyin. Meyvesi kadar kerestesi de para eden bu mucizevi ağacın bir de balı var ki üzerinde uzun uzun konuşmaya değer. Halk arasında bin yıllardır ilaç olarak bilinen kestane balının bu niteliği, çok geniş çevrece de kabul ediliyor. Zonguldak yöresinin bal pazarındaki payı her geçen gün artıyor. Giderek tüm ülkenin şifa kaynağına dönüşmesi muhtemel kestane balcılığı henüz emekleme aşamasındayken, ne yazık ki sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Kestane ağaçları bir bir kuruyor çünkü. Yöre insanlarının anlattığına göre, kurumayanlara da arılar rağbet etmiyor. Santraller yarattığı kirlilikle onların da ekosistemini tarumar ediyor… Yeni santral projesini sürdüren Eren’den nemalanan gazeteci kılıklı sahtekarlar da, tüm bunlara gözünü kapayıp santrale övgüler düzüyor.

 

Sözün kısası işbirlikçilik sınır tanımıyor. Çaydeğirmeni’nde AKP’li Gebeş’in yerini, Muslu’da CHP’li Sabahattin Adıyaman alıyor. Termikçi şirketle her türlü işbirliğini yapan Adıyaman, yaptırdığını iddia ettiği sözüm ona kamu yararına işler karşılığında doğa düşmanı uygulamalara göz yumuyor. CHP’li Adıyaman kendi beş yıllık iktidarı için tüm Zonguldak’ın yüzlerce yılının yok olmasına neden olacak planların altına çekinmeden imza atıyor. İşin garip tarafı, bizlere santral projelerine karşı olduğunu söyleyen CHP il yönetimi de bu tuhaflığa hiç ses çıkarmıyor. Yahu şu acılı kentin başına musallat olan şirketler, alın şu işbirlikçilerinizi de düşün yakamızdan. Ağacımızı, suyumuzu, havamızı rahat bırakın. Bizi “govaklatmak” zorunda bırakmayın kendinizi…