Yeraltında çalışan herkes, vardiyasında işini tamamladıktan sonra bir an önce kuyu dibine veya dik varagelleri adımlayarak bacaağzına ulaşmayı amaçlar. Eğer güzergâh faytonla kuyu dibine gitmekse, kan-ter içinde yorgun bedenler külçe gibi istiflenir dar kabinlere. Dizler karşılıklı çapraz birbirine geçmeli “dıngırdak dıngırdak” yol alan şanslı sayar kendini. Ne de olsa serin hava akımına karşı yürümeden ve fazla vakit kaybetmeden asansörle gün yüzüne kavuşacağını bilir.

     Geçen hafta, Üzülmez Asma Ocağı’nda gece vardiyası işçilerinin ocaktan çıkmama eylemi yaparak sorunlarını gündeme getirmeleri, ulusal basınla da yansıdı kamuoyuna. Kuyu dibinde bekleyen 300 işçiye, gündüz vardiyası işçileri de destek verdi.

      Sorun, yalnız bir iş gününe ilişkin değildi. On yıllardır süregelen can güvenliğini hiçe sayan uygulamalara karşı tepki ses getirdi.

     İşkolu olarak yeraltı madenciliği çalışma koşullarının ağırlığı, üretimi artırmak için yapılan müdahalelerle dayanılmaz bir noktaya gelmiş olmalı ki, Asma işçisi sorunlar çetelesini bir kalemde işverenin önüne koyuverdi. Ambulansın geç gelmesi nedeniyle müdahale yapılamadan kalp krizi sonucu ölen bir arkadaşlarının acısı ile de yoğrulan madencilerin tepkisi yine bilinen nedenlereydi:

     İş güvenliği önlemlerinin yetersiz olması, mesai saatleri içinde ocak giriş kapılarının üzerlerine kilitlenmesi, son zamanlarda yapılan baskılar ve psikolojik tacizler, kurum ambulanslarının iş kazalarında geç gelmesi, ambulansta doktor bulunmaması...

     Emekli bir madenci olarak çalıştığım dönemdeki şartları gözümün önüne getirdim de “değişen bir şey yok!” diye iç geçirdim.

      Bizim dönemimizde de böylesi eylemler olmuştu. Sendikaya bir çok kez bildirilmesine karşın “tık” hareket olmayınca, ani patlamalar yaşamıştık.

     Bu eylem öncesi de madenci, sendikası GMİS’e ve işverene sabrının sınırını göstermiştir kuşkusuz. Eylem öncesi  bu konuda GMİS yetkililerinin TTK Üzülmez Müessesesi Asma İşletme Müdürlüğü ile ne derece bir teması olmuştur bilemeyiz tabi! Fakat altı aydan beri asaleten bir müdürün atanmadığı işletmede sorunlar yumağı öylesine çitişmiş ki, madencinin kuyu dibinde patlamasından sonra sendika ve işveren yetkilileri konuya muhatap olmuşlardır!

     İşini bitiren madenci, vardiya saatinin sonuna doğru, gün yüzüne erişeceği son noktaya göre taktiğini uygular. Belki yürür, belki paytona biner veya asansörle dışarı çıkar ve ilk sözü “geçmiş olsun” olur. Gün yüzünü görmek yaşam sevinci yaratır madencide.

      Yıllar önceydi. Eksi 100 kodunda işimiz bitmiş, varagelden yürüyerek eksi 50 koduna çıkmıştım. Buradan bir varagel daha çıkarak gün yüzüne kavuşabilirdim. Asansörden şansımı deneyeyim dedim, kuyu dibine gittim. Fazla kalabalık yoktu. Fakat asansörden adam sevkiyatına başlanmıyordu bir türlü. Sırtımızdaki ter ürperti vermeye başlamıştı. Bekleyenlerin arasında Ramazan’ı görmüştüm. Sinirinden homurdanıyordu.

     “Sinirlenme Ramazan, düzelir. Karabük Demir-Çelik’te bel gibi demirler düzeliyor, bu da düzelir” dedim.

     Ramazan’ın yanıtı tam da madenci yanıtı oldu;

     “Düzelir düzelir de, o demirler fırında düzelmeden önce böyle ne biçim kıvılcımlar saçıyor biliyor musun?”

     Vardiya saati dolmak üzereydi ve biz daha dışarı çıkıp banyomuzu yapacaktık. Ramazan haklıydı!

     Madenci kıvılcım saçmaya devam ediyor. Geçmiş olsun!