Bir süre önce yayımladığım, Okullar eğitim veremez oldu (https://erdemyayinevi.wordpress.com/2024/08/29/okullar-egitim-veremez-oldu) başlıklı yazım hiçbir şey üretmeden, asalakça yaşayan, bedavadan maaş alan, torpilli, liyakatten uzak, kayırmayla bir yerlere çökmüş kişileri çok rahatsız etti.
Kişisel tespitlerime göre 1950 yılından bu yana, 74 yıldır eğitim işini hiç beceremiyoruz. 1940’lı yıllarda filizlenen Köy Enstitüleri projesi ABD ve yerli kuklaları (ağa, feodal beyler, toprak ağaları, siyaset bezirganları, din tüccarları) tarafından 10 yıl içinde boğuldu.
ABD tarafından oluşturulan Fulbright adlı eğitim komisyonu bizim eğitim örgümüzü “vasat, niteliksiz, içi boş, sahte, ezberci, yapay, çağın gerisinde, üretime uzak, buluş yapmayı önleyici, montajcı" basamakta tuttu.
Muhafazakâr, dinci, siyasal İslamcı, kökten dinci, radikal dinci, sağcı tarih anlayışını doğru sanan zihinler Türkiye’nin geri kalmasını, bilimde arka sıralara düşmemizi hep Atatürk’e bağlar, onu suçlarlar. Halbuki esas sorumlu Osmanlı Devletidir. 1492’de İspanya’dan sınır dışı edilen Sefarad ve Portekiz’den kovulan Aşkenaz Yahudilerini hiçbir toplum kabul etmemiştir. O devirde gücünün zirvesinde olan Osmanlı 100 bin kadar olduğu savlanan Yahudileri kabul ederek Edirne, Çanakkale, İzmir, Manisa, Muğla, Aydın, Denizli, İstanbul, Selanik vb. gibi illere yerleştirilmiştir.
O tarihlerde toplam nüfusu 7-8 milyon civarında olan Osmanlı’nın içine giren “eğitimli, organizasyon yeteneği yüksek, bilime meraklı, diplomalı, aydın görüşlü, dayanışmacı, ticari yetenekleri yüksek Yahudiler 100-150 sene içinde ülkenin finans kapitalinin kontrolünü ele geçirdiler.
İngilizce’nin argo penceresinde “Jew” sözcüğü “dolandırma, aldatma, kandırma” anlamları taşır. Yani “jew” hem Yahudi (Musevi) hem de hileci anlamına gelir. “Jewellery” sözcüğü ise kuyumcu anlamına gelir. Bazı dil uzmanları bu sözcüğü Yahudi’nin yaptığı iş olarak da açıklar. Gerçekten de dünyanın altın, değerli metal ticareti bugün yüzde 95 oranında Yahudilerin kontrolündedir.
Konuyu fazla dağıtmayayım, özellikle 1700’lerden sonra Osmanlı’nın “bankerlik, tefecilik, borsacılık, ithalat, ihracat, ticaret, toptancılık, stokçuluk, vurgunculuk, para aklama, mala çökme” işleri Yahudi baronların eline geçiyor. 1870’lere gelindiğinde Osmanlı, Yahudi bankerlerden aldığı, 60 yıl vadeli devasa borçların faizlerini bile ödeyemeyecek hale düşmüştür.
600 yıllık Osmanlı’nın yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı, 1954 yılına kadar ödenen borcun, günümüz alım gücü paritesine göre karşılığı tam 500 milyar dolardır.
1626’da İzmir’de doğan Sabetay Sevi (Zvi) adlı kişi hahamlık, Yahudi şeriati eğitimi aldı. 1650’li yıllarda kendisinin Yahudilerin beklenen mehdisi olduğunu öne sürdü. Tutucu Museviler bu kişiyi Devlete şikâyet ettiler. Başkent Edirne’ye çağrılan Sabetay Sevi’ye bu tür iddialardan vaz geçmesi, düzeni bozmaması emredildi. Bunu yapmaz ise idam edilecekti. Çok sinsi bir yapıda olan Sevi hemen İslam dinine girdiğini, adının Aziz Mehmet Efendi olduğunu bildirdi. Kendisini seven müritlerine de yalancıktan Müslüman olmalarını, isimlerini Türkçe yapmalarını önerdi.
Bu kişi Edirne’de bir süre gözlem altında tutuldu. Daha sonra Çanakkale’ye sürüldü. Oradan da Arnavutluk’un Berat kasabasının Ülgün (Ulcinj) köyüne yollandı. 1676 yılında burada öldü. Kendisinin müritleri (takipçileri) Karakaşçılar, Kapancılar ve Yakubiler olarak 3 kola ayrıldı.
İsrail’de yaşayan katı (Ortodoks) Yahudiler tarafından, kendi dinlerine mensup olarak kabul edilmeyen Sabetaycılar üç kol (fraksiyon) halinde dünyada ve Türkiye’de çok ballı mesleklere, büyük servetlere sahip olarak yaşamaya devam etmektedir.
Kendilerini "sosyal Müslüman" olarak tanımlayan, arka planda Yahudi dininin gereklerini yürüten 1 milyon dolayındaki Sabetayist 300 yıldır bu toprakların en sosyetik, en rahat, en zengin, en pırıltılı yaşam formlarını sürdürmektedirler.
Osmanlı’nın borç batağına sürüklenmesinde, askeri bakımdan zayıflamasında, çökmesinde Sabetayistlerin çok etkisi olmuştur.
Bazı kesimler Atatürk’ün de Sabetayist olduğunu iddia etmektedir. Bu doğru değildir. Karaman ilinden Balkanlara göç ettirilmiş bir ailenin ferdi olan Atatürk Orta Asya Türklerindendir. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yapıları oluşturan bir kişinin Sabetayist olduğu söylenemez. Türk ulusunu tarihten silinmekten kurtaran Atatürk’ün çevresinde Türk gibi görünen, aslında Sabetayist olan 100 civarında, tanınmış devlet adamı vardır. Bu konu başka bir yazıda işlenecek düzeyde kapsamlıdır.
Konuyu fazla uzatmayayım. Özet olarak, 1700’lerden bu yana yani 300 yıldır eğitimde, bilimde, icatta, üretimde, patentte, projede gerideyiz.
1940'larda hayata geçirilen, yerli kafaların eseri Köy Enstitüleri projesi ABD ve yerel çıkar çeteleri tarafından yok edilmeseydi bugün Almanya gibi zengin olurduk.
1950’lerden bu yana eğitim bakanları büyük oranda ABD’nin istediği kişilerden oluşmuştur. Biz bunlara NATO milliyetçileri, NATO dincileri, sahte Atatürkçüler diyoruz. 2024 yılı itibariyle ülkemizdeki gerçek Atatürkçü oranı yüzde 1 bile değildir. Ortada dolanan tiplerin tümüne yakını "rozet, gardrop, heykel, resim" lumpenleridir. Atatürk bunları göre depresyona girer.
Atatürkçü eğitim yaklaşımı 1950 yılından sonra bu topraklardan tamamen silinmiştir. Ezberci, üretimden sanattan, bilimden, akademiden, projeden kopuk eğitim modelleriyle dünyanın önde gelen ülkeleri arasına giremeyeceğiz.
1989 yılından 2021 yılına değin kamuda eğitimci olarak çalıştım. 15 kadar eğitim bakanını yakından tanıma, inceleme imkânım oldu. Bunların hiçbiri yaralara neşter vuramadı. Gerçek planları hayata geçiremedi.
Bu yazıyı okuyanlar “Sen de kimsin be adam” diye aşağılayıcı söylemler üretebileceklerdir. Eğitim konusunda fikir üretmek için ABD üniversitelerinden parayla alınmış çöp diplomalara gerek yoktur. Bu toprakların ferdi olan her aydın yanlışları görebilir.