Ömrümüz vagonlardan kömür atan, bozuk paradan jeton yapan çocuklara kızmakla geçmişti.
Uzak durmuştuk o elleri kirli, oyunları tehlikeli, psikolojileri bozuk çocuklardan.
O çocuklar, boya sandıklarını omuzlamışlar, kara bulutlara sarılıp gitmişlerdi.
Bir varmış, bir yokmuşlardı sanki!
Raylar paslanmış. Vagonlar kömür dökememiş. Jeton şifrelenmiş.
Analar ucuz cincilere danışmışlardı yoksul yaramazlıkları. Yağlı muskalar asılıydı vıcık vıcık boyunlarda.
Sabahın köründe. Bir cipti, masal içinde masal uyaran. Durakta:
"Hocam, buyrun!"
Kara kaşın, kara gözlüğün, maskenin gizlediği yabancı bakışa:
"Kusura bakmayın, tanıyamadım."
"Siz tanımazsınız, ben lisede okumadım. Ben sizin ayakkabılarınızı boyamıştım birkaç kez cami önünde."
Her zamanki gibi ölçülü, düşünceli:
"Teşekkür ederim! Size..."
Üsteledi. Bir iki tanıdık saydı. Bindim.
Yakınlarının öğretmeniymişim. Çevresinde çok sözüm geçermiş. Arabasına binmekle ona onur vermişim. Yakınlarına "... okuyamadım, ama söyleşme fırsatı yakaladım," diye hava atacakmış.
İş adamıymış. Birkaç şirketi varmış. Boşluğu eğitime katkılarla doldururmuş. Kendisi okuyamamış ya!
Beni çocukluğundan beri hayranlıkla izlermiş, sever sayarmış. Şimdi, işlerinin yoğunluğu nedeniyle...
Konuştuk, birbirimizi övdük.
Çocukluğumuzdan kaçtık.
Bakışların en yoğun olduğu yerde durdurduk cipi. Kırk yıllık tanışık gibi birbirimize el salladık. Havayı yırtarak uzaklaşan eski yaramazın arkasından bir süre baktım.
Meraklı bakışların gölgesinde yürüdüm, uzaklaştım.
Beni, toplu taşımadan uzak günlerden birinde, o, elleri kirli, oyunları tehlikeli, psikolojileri bozuk çocuklardan biri...
Çocukluğumda, onlardan uzak tutuldum güya. Şimdi, emekliliğimde, suskun yaramazın yanında inadına yaramazım işte!
O yaramaz patron ha!
Kıskanmayın bizi ya!