Değerli okuyucular, bugün fazla vaktinizi almayacağım; kısa bir fıkra anlatıp, yorum bile yapmadan hemen kaçacağım.
Tabii ki bu fıkrayı durup dururken anlatmayacağım.. Siyaset-mafya-devlet arasındaki girift ilişkilerin ülkenin gündemine bomba gibi düşmesi, nedense!, bana bu fıkrayı çağrıştırdığı için anlatacağım.
Aha da anlatıyorum.
Zengin bir adam ölmeden önce oğluna şöyle vasiyet ediyor: ''Oğlum, sana iki küp altın bırakıyorum. Ama bu altınlar yüzünden başın belaya girebilir; sana bu altınları yedirmezler. Bu yüzden, git memleketin en namlı eşkıyasını bul. Ona seni koruması karşılığında küpün birini ver.''
Çocuk babası öldükten sonra; onun vasiyeti gereği memleketin en namlı eşkıyasını aramaya koyulur. Sorup soruşturur ve kendisine, Sepetçioğlu'nun en namlı eşkıya olduğu söylenir.
Hemen gidip Sepetçioğlu'nu bulur. Babasının vasiyetini anlatır ve bir küp altını da ona vermek ister. Fakat Sepetçioğlu altınları almaz ve ona, ''Kardeşim sen yanlış kişiye geldin. Memleketin en namlı eşkıyası ben değilim. Benden çok daha büyüğü var.'' der. Çocuk ''Ya kim?'' diye sorunca da, ''Erzurum kadısı!'' cevabını verir.
Çocuk buna çok şaşırır ama mecburen Erzurum Kadısına gider. Babasının kendisine iki küp altın bıraktığını ve eğer kendisini korumayı kabul ederse bunun karşılığında bir küp altını ona vereceğini söyler. Kadı biraz düşünür ve ''Bak kardeşim, ben bir kanun adamıyım. Kanunsuz iş yapamam.'' der. Sonra da çocuğa pencerenin önüne gelmesini söyleyerek eliyle karşıdaki tepesi karlı dağı gösterir. ''Şu dağı görüyor musun?'' Çocuk ''Görüyorum.'' deyince de; ''İşte o dağ benim. Tabii ki üstündeki karlar da benim. Gel seninle bir sözleşme yapalım. Dağın üstündeki karları sana bir küp altın karşılığında satayım. Böylece yasal işlem yapmış oluruz!'' diyerek bir anlaşma önerir.
Çocuk tabii ki bu öneriyi hemen kabul eder. Satış işlemleri derhal yapılır. Çocuk zaten gözden çıkardığı altınları Kadı'ya vererek kendisini güvence altına almanın huzuruyla oradan ayrılır.
Fakat aradan çok geçmeden ''Erzurum kadısı seni istiyor.'' diye çocuğa bir haber gelir.
Çocuk Kadı'nın yanına varınca; Kadı yine çocuğu pencerenin önüne götürür. Aralarında şöyle bir konuşma geçer: ''Şu dağı görüyor musun?'' ''Evet görüyorum.'' ''O dağ kimin?'' ''Sizin efendim.'' ''Peki, üstündeki karlar kimin?'' ''Onlar da benim efendim.'' ''O karları derhal oradan kaldır; dağımı işgal etmesin!'' ''Aman efendim, ben o kadar karı nasıl kaldırırım; imkansız!'' ''O zaman dağı işgaliye parası alırım. Onun karşılığı da bir küp altındır. Diğer küpü de getir, helalleşelim. Yoksa seni hapse attırmak zorunda kalırım!''
Zavallı çocuk çaresiz diğer küpü de Kadı'ya vermek zorunda kalır.
Çocuk üst düzey bir devlet adamının böyle davranmasına bir türlü akıl erdiremez; hatta kabul edemez. Hayal kırıklığı ve öfke ile Kadı'nın odasından çıktıktan sonra, kendi kendine ve yüksek sesle şöyle söylendiği duyulur: ''Sepetçioğlu'na eşkiya deyip de Erzurum kadısına devlet adamı diyenin anasını avradını...!''