Almanya’nın Essen şehrindeki Zollverein kömür ocağının tarihi, 1834’de bu bölgede kömürün bulunmasıyla başladı.
1847’de ilk maden kuyuları açıldı. 1851’de ilk konveyörün hizmete girdiği yıl 256 madencinin çalıştığı Zollverein kömür ocağı tesislerde günde 13 bin ton kömür işleniyordu. 1890’da ise bu miktar artan tesisler ve çalışanlarıyla birlikte günde 1 milyon tonu buldu.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar kömür naklinde kullanılan 4 kuyu tesisi bulunuyordu. İşletmeler önce Haniel ailesi daha sonra Phoenix Ag ve daha sonra da Birleşik Çelik İşletmeleri AG tarafından çalıştırıldı.
1927’de Mimar Martin Kremmer ve Fritz Schupp, biçim işlevi takip eder prensibiyle merkez maden kuyusu tesisatını planladı.
1932’de 7. kuyunun hizmete sokulmasıyla diğer tüm kuyuların çalışması durduruldu ve günde 12 bin ton kömür işleyen tesis Ruhr Bölgesi’nin en büyük maden tesisi oldu. Kübik yapısı, simetrik ve geometrik öğeleri, yeni gerçekçi biçimiyle dünyanın en güzel maden ocağı olarak da tanındı. Bu yapının ortasında bulunan 55 metrelik konveyörle birlikte 7. kuyu tamamen bir anıt gibi tasarlandı.
1962 yılında Zollverein’a bütünleşmiş kok fabrikası yapıldı. Kok fabrikası ile birlikte Kok fabrikası ile birlikte Zollverein endüstriyel bir kompleks haline geldi.
Yurt dışından gelen kömürlerin fiyat baskısı nedeniyle 23 Aralık 1986’da 135 yıl sonrasında maden ocağında son vardiya çalıştı. 30 Haziran 1993’te de kok işletmesi kapatıldı.
1987 yılından itibaren maden ocağının kültürel amaçlar için kullanılması ve yapısal değişimi simgelemesi fikirleri ortaya atılmıştı. Eski eserler kanuna göre restorasyonları yapıldı. Sanatçılar ve yaratıcı meslek grupları yerleşkeye taşınmaya başladı. 1999’da Emscher Park’ın Güneş Ay ve Yıldızlar adlı yapı sergisiyle kok işleme tesisi de halka açıldı. Endüsriyel kültürün korunmuş en iyi örneklerinden olan Zollverein, 14 Aralık 2001’de Unesco’nun Dünya Kültür Mirası listesine alındı. 2009 yılında ise Ruhr Müzesi Zollverein’a taşındı.
Yarınlara daha umutlu yürüyebilmek için geçmiş gelecek ilişkisini kurmanın önemini gördü ve yeni tanımlar geliştirdi kendine insanlık... Bunlardan biri ve en önemlisi de “endüstri mirası” kavramıydı. Sanayi tesislerinin tarihsel, teknolojik, sosyal, mimari veya bilimsel değere sahip kalıntılarından oluşan ve bir zamanlar endüstriyel alanda hizmet veren yapıların günümüze aktarılarak değerlendirilmesinin adıydı bu. Yaşam denilen yolculuğun en etkin döneminin geçtiği işyerlerinin, bir kenti ya da ülkeyi mamur kılan tesislerin, geleceğe devri önem kazandı bu yüzden. Üretim kültürünün gelecek kuşaklara aktarımı kadar, tarihsel süreci de canlı olarak izlenebiliyordu böylece. Bunu başaran toplumlar, yaşam kalitesini geliştirdiler, değer kazandırdılar insanlığa…
Zollverein, 2001’den bu yana UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası’na alınan eski maden ocağında gördüğünüz gibi başka sularda yüzüyordu insanlık. Yoktan varoluşa doğru giden sancılı sürecinin canlı tanıklarını korunmayanlar, ellerinde ne varsa yıkıp yok edenlerse geçmişinden koparak köksüzleştiler…