Devrek’teki evimizde bir Köroğlu bir Ayvaz olarak 2018 yılını karşılayacağız. Yemek sonrası meyveler çerezler hazırlanmış, bana da epeydir duran şarap şişesini açmak kalmıştı. Onu da güç-bela becerebiliyordum işte. Bizim hatun meyve suyu içiyor ben de şarapla ona eşlik ediyordum. Tek eğlencemiz televizyon. Küçük kızım Ankara’dan aradı, büyük kızım Hollanda’dan görüntülü olarak yeni yılımızı kutladı. Bu arada torunlarımızı da görmüş olduk ekranda. Arada bir de dostlarla laflıyoruz telefonla.
2018’in bir başka yanı da üçüncü çeyreği bitirip, dördüncü çeyreğe giriyorduk hatunla. Sağlık olarak da iyiydik. Şu benim soluk darlığım olmasa daha da iyi olacağız ama idare ediyoruz işte..
*****
İyice anımsadığım iki yılbaşı var. İlkinde ilkokul 5’te falandım sanırım. Yani 1952-53 yılı olmalı. Bizim evde toplanılmış. Odamızın ortasında bir soba, sehpa üstünde 5 numaralı gaz lambası vardı. Çaylar içilmiş, patlaklar bitirilmiş, sırada tombala var. Mahallemizin en güçlü sesi Halise Abla’da. O nedenle tombalayı o çekiyor. Kart bedeli 5 kuruş. Birinci çinkola: 15 kuruş, ikinci çinkola: 20 kuruş, tombala: 25 kuruş. Bazılarının uğurlu kartları oluyordu. Bizim için hava hoştu. Erkan’la ben yanyana kilimin üstüne uzanmıştık. Kartlar önümüzde. Çıkan numaraları kapatmak için küçük gazete parçaları hazırlamıştık. “Çinkola” veya “Tombala” denildiği zaman, numaralar okutturuluyordu. Tombalacı’nın önündeki büyük kartta bulunan numaralara uygun ise, parayı veriyorlardı. Yani işin sağlaması yapılıyordu.
Birinci oyunda bizim paralar gitmiş idi. Bir çare bulmalıydık. En sonunda bulduk. İkinci oyun başladığında 1. çinkoyu başkası yapmıştı. 2. çinkoyu Erkan, tombalayı ise ben yapmıştım. “Okuyun numaraları” denilince tıkır tıkır okumuş, paraları da almıştık. Çıkan numaraları gazete kağıdı ile kapatıyorduk. Örneğin: 32 numara okundu. Bu numara kartta yok ise eldeki kartta 35 yazan numarayı kapatıyorduk. Gazete parçasının üzerine kurşun kalemle belli belirsiz 32 yazıyorduk. Okuyun denilince de kartımızda çıkan numaraları okurken o haneye geldiğimizde, gazete kağıdı üzerindeki yazılı 32 numarayı okuyorduk. Birinci oyundaki zararlarımızı çıkartmış, üç-beş kuruş da kâra geçmiştik. Ama sonraki oyunda numaramız çakıldı ve bizi bir daha oyuna sokmadılar.
O uzun kış gecelerinde başka eğlence yoktu evlerde. Çay-ıhlamur faslından sonra mısır patlağı yapılır, sonra da tombala oynanırdı. Bazan da ikişerli gruplar halinde cezalı “bilmece sorma” oyununa geçilirdi. Örneğin karşı grup sorardı: “Burdan atdım gılıcı, Samsun’dan çıkdı bir ucu” bilin bakalım?. Bilinmezse 3 defa köpek gibi havlama, kedi gibi miyavlama vbgibi cezalar verilirdi. Mahalle teyzeleri arada bir fıkralar da anlatırlar, sonra kahkahalarla gülerlerdi. Bilmece faslından sonra “masal anlatma” faslına geçilirdi. Annem, Behiye Teyzem o uzun masalları nasıl akıllarında tutarlardı hala şaşarım.
*****
İkinci anımsadığım yılbaşı ise, 1955-56 olmalı. Çaylar içilmiş, kahve falına bakılmış, patlaklar yenilmişti. Annem, koca bir kabağı parçalayıp pişirmek üzere ocağa koymuştu. Bir yandan tombala oynanıyor, bir yandan kabağın pişmesi bekleniyordu. Ben de o yıllarda şiir yazma hevesindeydim. Şimdi buraya yazacağım dizeleri o yıllarda tuttuğum bir defterde buldum.
Herkes kabak diye deli oluyordu/ Kabak parçalanıp tencereye kondu / Hepimiz kabağı pişsin diye bekliyor / Kabak hazretleri ise pişmekte naz ediyor.
Tencereden çıkınca herkes başına çöktü / Kimi bir dilim aldı kiminin ağzı açık kaldı/ Birinin dili yandı ötekinin ağızı / Tadını hiç sormayın sanki saman yapısı.(31.12.1955)
*****
Yine bu yıllara ait, aynı defterde gördüğüm Çaycuma sevgisi ve çocuk saffetiyeti ile yazılmış dizeleri de yazmalıyım. Ki bu gün o caddede yürüyenler eski hali hakkında bir fikir edinsinler.
Bir çok dağlar arasında/ Kurulmuştur Çaycuma/ Yeşilliktir her yanı/ Diğer adı Çayırcuma.
Filyos nehri akar yanında / Etrafını sulayarak/ Büyük bir köprüsü vardır/ İstasyona giden yolda.
Çaycuma’dan geçer/ Zonguldak-Ankara demiryolu/ Arasan da bulamazsın/ Meşhur Çaycuma yoğurdunu.
Yoğurdu gibi meşhurdur çamuru/ Bazan derler Çamurcuma/ Ne derlerse desinler/ Memleketimdir Çaycuma.
Şimdi niye yazdım bu çocukça dizeleri. Doğup büyüdüğüm kasabama duygularımı böyle belirtmek istemişim demek ki. Çaycuma’nın geçirdiği evreleri hep yaşadık. Çamurunu çiğnedik, çayırında uzandık yattık. Kuşkusuz her seçilen belediye başkanının emeği vardır bu şehirde.Hepsine teşekkür etmeliyiz hakçası..
*****
Yılbaşı gecesi facebook’ta gezinirken Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı’nın “çarşı meydanı”nda düzenlediği “Yeni Yıl Şenliği”nin fotoğraflarını gördüm. Kalabalık bir gençlik grubu soğuk havaya rağmen meydanda şarkı söylüyor, dans edip oynuyor eğleniyor. Ne güzel bir görüntü. Bizim gençlik yıllarımızda böyle olacağı söylense, “Hadi len sen de!” diye gülüp geçerdik.
Şimdi dönüp yıllar öncesine gidiyorum. Görünen yerde eskiden öyle bir meydan yoktu. Orada sıra halinde dükkanlar-işyerleri vardı. Baş tarafta Fırıncı Şevket Amca, yanında Kürt Kazım Amca’nın bakkal dükkanı, yanında Hakkı Bey Amca’nın gazete-kitap-kırtasiye dükkanı, arada bir dükkan, sonra Arnavut Üzeyir Amca’nın Helvacı dükkanı (kışın boza, yazın şıra), yanında Arif Helvacıoğlu’nun şeker-helva dükkanı, bir dükkandan sonra, Gamsız Osman Amca’nın fırını, Hüdaverdi Ağabey’in berber dükkanı ve köşede Ali Kalaycı’nın tekel bayi dükkanı vardı. Dönünce de Mustafa Şen’in dükkanı, yanında bir kasap(Kasap Hilmi Ağabey olabilir mi?), yanında Kırkır Nurettin’in aşevi. Arka sıra da nalbant vbgibi işyerleri sıralanırdı. Pazar yerine doğru köşede Berber Mehmet Uzaldı dükkanı, yanında Mahmut Köktürk Amca’nın dükkanı, gavlangaların(Çınarlar) arkasında da fırın vardı.
Bu son iki dükkan ve “ortadaki dükkanlar adası” kaldırılınca şimdiki “Çarşı meydanı” ortaya çıkmıştı. Bülent Kantarcı da kuru bir meydan değil, estetik yanı da olan, görselliği öne çıkarılan bir meydan tasarlamış ve şehir halkının hizmetine sunmuştu. Şimdiki gençler de bu alanda yılbaşı kutluyor, oynuyor, şarkılar söylüyor. Bundan ancak memnuniyet duyulur..
*****
Bir piyango bileti hikayesi ile bitirelim. Ankara’da üniversite yılları. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Öğrenci Yurdu’nda kalıyoruz. Bir yılbaşı arifesiydi sanırım. Bir gece rüya gördüm. Rüyamda piyango bileti alıyorum. Ve biletime büyük ikramiye çıkıyor. Uyandığımda biletin son üç rakamını tam olarak hatırlıyorum, ama ilk üç rakamı hatırlıyamıyorum. Olsun, herkese çıkıyor ya, bana da çıkacak herhalde diyorum. Ankara’da bilet bayilerine, seyyar satıcılara tek tek son üç rakamı 793 olan bilet numarası soruyorum. En sonunda üç-beş gün sonra Ulus’un Anafarta tarafında böyle bir bilet buluyoruz. Oldu bu iş diyoruz. Yenilsin, içilsin, gezilsin. Piyango çekiliyor bir süre sonra..Tabii ki “aygaz” çıkıyor. Hava alıyoruz yani..”Kara bahtım kem talihim” türküsünü söylüyoruz arkadaşlarla!..