Yıl 1941… İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı günleri, Almanlar Moskova önlerinde… Japonya’ya saldıran ABD’de de savaşa dahil olunca dört bir yanı kan gölü dünyanın… Her ülkede yurtseverler hem teslim olan hükümetlere hem de işgalcilerle mücadele ediyor…  Nazım Bursa Cezaevi’nden sesleniyor: “Günler ağır. / Günler ölüm haberleriyle geliyor. / Düşman haşin / zalim / ve kurnaz. / Ölüyor çarpışarak insanlarımız / -halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı- / ölüyor insanlarımız / -ne kadar çok- / sanki şarkılar ve bayraklarla /  bir bayram günü nümayişe çıktılar / öyle genç / ve fütursuz...”

Dört bir yanda bölgesel çatışmalar devam etse, emperyalizm zenginliklerine el koymak için aynı açgözlülükle saldırsa da her yana, şu sıralar, bir dünya savaşından söz etmek mümkün değil çok şükür… Özentileri dört bir yanda hükümran olsa da Hitler, Mussolini gibi canilerin egemenliği de yok Avrupa’da… Ama ülkemizden her gün bir başka ölüm haberi geliyor… Şiirimizin ulu sesi, hâlâ Bursa cezaevinde olsa, “Korkunç ellerinle bastırıp yaranı / dudaklarını kanatarak / dayanılmakta ağrıya. / Şimdi çıplak ve merhametsiz bir çığlık oldu ümit...” diye seslenmeye devam ederdi mutlaka…

KADER DİYEREK GEÇİŞTİRMEYE ÇALIŞILIYOR

Son bir ayda yaşananlar kâbus gibi çünkü… Zonguldak’ta maden kazası: 2 ölü… İdlib’de top saldırısı: 8 ölü… Elazığ’da deprem: 41 ölü… Van’da çığ faciası: 46 ölü… Sabiha Gökçen Havaalanında uçak kazası: 3 ölü, yüzlerce yaralı… Listeyi daha da çoğaltmak mümkün… Egemenlerin daha fazla sorgulanmasını önlemek için adına “felaket” koyu “Önlenmesi mümkün olmayan olaylar” mertebesine çıkardığı ecelsiz ölümler onar, yüzer alıyor insanlarımızın canını… Yönetenler de tam da bu atmosfere uygun olarak Rabbin imtihanından dem vurup “kader” diyerek geçiştirmeye çalışıyor…

Sırasıyla değineyim Zonguldak’taki kazanın ne kader, ne de fıtratla ilgisi var… Hepimiz biliyoruz ki bu ölümler taammüden işlenmiş bir cinayet kesinlikle…  İdlib’deki ölümleri de kabul etmek mümkün değil… Kopkoyu bir “hamaset”, her şeye takılan bir kulptan ibaret “beka” vaveylası ve her itiraza yöneltilen “vatan haini” suçlamasıyla üzeri örtülmeye çalışılan gerçek şu ki, bu bizim savaşımız değil… Süper güçler ve kimin adına savaştığı bile belli olmayan taşeron örgütlerin masum halka zulmettiği kirli savaşta “Oyun kurucu ülke” payesiyle pay kapma hevesindeki açgözlülerin savaşı olabilir olsa olsa…

RABBİMİZ BİZİ NE İLE İMTİHAN EDİYOR ACABA

Ya dünyanın sarsıntı bile saymadığı bir depremde yüzlerce evin yıkılıp 40 küsur insanın ölmesi ne demek? Pek çok ülkede 8-9 şiddetindeki depremlerde kimsenin burnu kanamazken yol, köprü yapıp, havaalanı kurmakla böbürlenen bir ülkede küçücük deprem nasıl olur da felakete dönüşür… Bu çağda, çığ düşmesi sonucunda bunca insanın ölmesine ne demeli peki? Soralım: Yol yapmak zemini düzleyip üzerine asfalt dökmekten ibaret bir eylem mi yalnızca… Çığ, heyelan, kaya düşmesi, don, sel, su baskını gibi olaylardan korunmayı da amaçlayan bilgi ve deneyim gerektiren bir meslek mi yoksa?

Bu sorulara “Rabbimiz bizi ne ile imtihan ediyor” başta olmak üzere pek çok soru eklenebilir… Ama ne kadar eklersek ekleyelim ulaşacağımız sonuç şu ki, ölümlerin hiçbiri kader olmadığı gibi fıtratımızda da yok ayrıca… Ulaşılacak diğer sonuçta aklı, bilimi, insani değerleri, doğanın bilgisini dışlayıp başta iktidar ve rant hırsı olmak üzere başka duygularla politika oluşturan zihniyetlerin yaşattığı bitmeyen bir kâbus olduğu ve tek adam rejiminde, hamaset ve tevekkül sosuna bulanarak daha da derinleştiği olacaktır… Nasıl demişti koca usta: “Günler ağır / Günler ölüm haberleriyle geliyor…”