Yolları kesen karın esaretinden kurtulup yolculuğunu tamamlamayı başaranlar maytapların, havai fişeklerin ışıltısıyla yeni yılı karşılasa da sözcüğün tam anlamıyla kâbus gibi bir yıl geride kaldı. Bizim hayatı lay lay lom yaşayan balık hafızalı toplum çok çabuk unuttu ama sızısı pek çok insanın yüreğinde korlanıyor hâlâ: Geçtiğimiz yıl Soma’da 301 insan tek kelimeyle katledildi. Hiç ders alınmamış olmalı ki Ermenek patladı arkasından… “Güzel öldüler” sözünü elleri patlayıncaya kadar alkışlayıp, “Ölüm bu işlerin fıtratında var” diyen zatı her seçimde muzaffer kılan toplumsal algı değişmediği sürece, açık söyleyeyim, peşi gelecek bu katliamların… Dostlarıma yeni yıl dileklerimi iletirken, “Daha iyi günlerin işaret fişeği çakmadı henüz. Diğerleri neyse de, 2015, en azından Soma acısının yaşanmadığı bir yıl olsun” cümlesini kurmam da bu yüzden zaten…
Geçen yılın bilançosunu çıkarmaya çalışırken, “insanlığa zarar” hanesine koyduğum iş cinayetleri tüm dengeleri alt üst etmekle kalmadı, nasıl bir ülkede yaşadığımızın net bir fotoğrafını da koydu ortaya. Üzerinde uzun boylu düşünmeye bile gerek yok, o fotoğraf gösteriyor ki, insana on kuruş bile değer vermeyen insanlık düşmanı bir güruh yönetiyor ülkeyi… “Aziz Milletim, muhterem din kardeşim” goygoyculuğuyla ruhu okşanan kalabalıklarsa kâh sandıklara doldurdukları, kâhsa çalınmasına göz yumduğu oylarla yardım ve yataklık ediyor. İş cinayetlerinin, trafik kazalarının, kadın, töre cinayetlerinin, yoksulluğun hiç gaz kesmeden sürmesinin en önemli nedeni bu kötü toplumsal iklim bence...
İNSAN KALİTESİ NEDEN DİBE VURUYOR
Her şey apaçık olduğu için daha nesini tartışalım bilmiyorum ki, kimilerinin “muhafazakârlaşma” dediği “gericileşme süreci” derinleştikçe, halkın sorgulama, itiraz etme, karşı çıkma yetisi de düşüyor aşağılara. Şaka yaptığımı sanmayın lütfen tıpkı Aziz Nesin’in “Zübük” romanındaki gibi en geri duygulara seslenen bir retorikle şekillenen toplum, insan kalitesi açısından her geçen gün daha da dibe vuruyor. Sormak hakkım: Öncesinden vazgeçtim, 12 yıldır eğitimden sağlığa, kültürden ticarete yaşamın her alanında muhafazakâr bir iklimi soluyan bu toplum insani nezaket, içtenlik, dayanışma duygusu gibi hasletlerden gün gün neden uzaklaşıyor acaba? Kapitalist kültürün insanı, insanın kurdu yapan ahlaksızlığı, tüm ağırlığıyla, neden daha da abanıyor üzerimize?
Kapitalizmin her türlü illetiyle malûl muhafazakâr kültür soygunu, sömürüyü, kâr ille de kâr açgözlülüğünü yaşamın olağan bir hali olarak görüp, ahlakı, hiç de ahlaki olmayan biçimde bacak arasına hapsederek bir insanlık suçu işliyor açıkça. Sınırsız kalkınmacılık anlayışını allayıp pullayarak topluma dayatan bu kültürün doğanın amansız tahribine göz yumması da bundan, iş cinayetlerini olağanlaştıran ekonomik ilişkiler sistemini fıtrat bahanesiyle kutsaması da… AKP elebaşları “tarih referanslarımız”, “milli şuurumuz”, “manevi dünyamız” vaveylasının arkasına tam da bunları gizlemeye çalışıyor. Emin olun çok da başarılı oluyor…
MESELE KÂRSA GERİSİ TEFERRUAT
Dolarları olmasa da toplumsal hafızamızı sıfırlamayı becerdiler kesinlikle… Soma katliamı sonrası acılı insanlara hem devlet, hem de şirket yetkililerinin verdiği namus, şeref sözünü kaç kişi anımsıyor örneğin bu ülkede? Sonrasında çıkarılan yasalarla mağdur edilen on binlerce madencininkinden vazgeçtim, hangimiz, bu sözlerin izini sürüp acılı insanların hakkını alabilmesinin peşinde? Açıkça söylemek gerekiyor ki, toplumun büyük çoğunluğunun umurunda bile değil yaşananlar. Öyle olmasaydı, her demokraside bir hak olan protesto gösterisi sırasında yere düşen göstericiyi acımasızca tekmeleyen başbakanlık danışmanını, insanlarla dalga geçer gibi bir de terfi ettirme cesaretini bulabilirler miydi içlerinde?
Bakmayın siz şu her yanından irin sızan çıkar kavgasına, inkar etmeye kalkmadıkları gibi paraleli, yamuğuyla aynı ruh dünyasının ikizi bunlar… Öyle olmasaydı, biri dünyanın en zengin devlet adamları arasına girerken, görevi, Allah ile kul arasında gönül köprüleri kurmak, arayanların önüne yeni mana kapıları açmak olan diğeri, devletle yarışacak siyasi güce, holdinglere dudak ısırtacak zenginliğe ulaşabilir miydi? Taliplere “Bir lokma bir hırka” felsefesindeki hikmeti ilahiyi gösterip, ölmeden ölmeyi bir yaşam biçimi haline dönüştürmek için kurulan “erenler bezmi” Pensilvanya’daki konakta kurulabilir miydi sizce? “Ye malik, el mülk!” diyerek dünya nimetlerini elinin tersiyle iten gerçek alimleri tenzih ederek söylüyorum, hepsinin tek derdi var: O da toplumu uyuşturup, kapitalizmin çarkını canı, kanı pahasına çevirecek insan yetiştirmek… Tüm gericileştirme çabalarının altında yatan tek neden bu… Mesele kârsa, gerisi teferruat onların dünyasında çünkü…