Orta çağdan kalmış kıyafetleriyle gerçekte sakal bakımından başka anlatacakları şey olmayan bir takım şahısların yukardan kendilerine vahi gelmiş gibi kapı kapı dolaşıp “bu iş kader, susun, acıyı içinize atın; şükredin” demeye getirdiği yaklaşımların suskun ve çaresiz insanımızca alenen kabul gördüğü akıl tutulması yaşandı Soma’da. Daha önce Zonguldak’ta da “güzel öldüler” dendi; “kader”in altı kalınca çizildi. Maden kazalarında dünya birinciliği için yarışıyorduk sanki. Şans bizden yanaydı. Kimse bizim kadar kadere, tevekküle bu kadar inanmadığı için kendi içimizden maden kıyımındaki gerçeği örtmeye çalışan zebaniler yarattık. Merve’nin eserlerinden birindeki gibi yüzler birbirine karışıp gitti Soma’da! Resmi rakamlarla 301! 20’li yaşlarında, genç bir sanatçı olan Merve ise birkaç sene önce çevresinden tanıdığı birinin kaçak ocaktaki ani ölümünden etkilenip varmıştı şu sonuca: “İnsan hayatının değeri yoktu-yokmuş- ne yazık ki yokmuş!”
Kaçak ocakta da olsa çalışanın yazılı olmayan hakları olmalı. İlla ki devletin belirlediği kanunlar nezdinde şeyler değil bunlar. Ne ki gerçek şu: Ekmeğini çıkarmaya çalışan insan bir anda ölüp gittikten sonra yakınlarına, kamuoyuna söylenecek sözleri icat eden bir “kriz yönetimi” kurumu legal veya illegal oluşuyor. Büyük ve yasal işyerlerindeki olaylarda seçtiklerimiz ve atanmışlar üstleniyor bizi oyalama işini. Küçük ve illegal işyerlerindeki ölümlerde mesela Merve’yi etkileyen olaydaki gibi oluyor. Kaçak ocakta yaşanan bir ölüm vakası başka bir yerde kazaen olmuş gibi elektrik direğine atılıyor suç. Tabii ölenin kendisine, kendi kaderine de. Bu kadar acı olayın anlatımı yazı ile etkileyici bir şekilde hikâye edilebilir elbette. Resim sanatında kaçak ocaklar nerededir; var mıdır peki? Merve Ekici sergisi belki bütünüyle bu konuda yoğunlaşan ilk resim sergisiydi.
Resim sanatının bu sorunu ele alışı günlerce basına konu olan bir madenci kızının babasının baretine bağladığı lambadan çıkan ışıkta kendini ve annesini resmedişi şeklinde de olabilir, Van Gogh’un aslında bir madenci ailesinin akşam yemeğini görselleştirdiği ‘Patates Yiyenler’ tablosundaki cılız ışık içinde kaybolan madenci ailesinin yorgun ifadeleri şeklinde de. Merve ise kaçak ocakta yaşanan o olayı kavramaya çalışıyor ve kavratmaya çalışıyor eserlerinde. Görselleştirmeye çalıştığı fikirler kimi yerde madende ölenlerin siluetleri üzerinden bize sıradan bir insanı merak ettiriyor. Bazen o siluetler bir cam üzerinde peş peşe birbirlerine karışıyor, ortaya aynı kaderi paylaşan ardışık yüzlerin sırrı çıkıyor. Kömürlere düşüyor o yüzlerdeki yansıma ve Mustafa Eyriboyun Hocanın dillere nakşeden şiirindeki gibi “yanan bizdik, siz kömür sandınız” oluyor.
Kaçak ocakta ölüp gidenleri ise toplumsal reflekslerle hatırlayan neredeyse hiç yok. Bu acı gerçek yıllarca resmi makamlarca kabul edilmedi bile, biliyoruz. Kadir Tuncer’in ve Mustafa Özdemir’in Ali Bahadır’ın televizyonunda “işte çocuk işçiler” dediği zaman karşılaştıkları tepkileri hatırlayın. Çeşitli valilerimizin görev süreleri boyunca rollerini oymayıp kaçak ocaklar ve çocuk işçiler için “yoktur” dediklerini, “kamuoyu bilinçli olarak yanıltılıyor” diye konuyu kabul edene kadar yeni ölümleri bekledikleri günleri hatırlayanlar var elbet. Emek sömürüsünü ve iş cinayetlerini inkâr etmek onları ortadan kaldırmıyor. Dönüp dolaşıp yüzümüzde bir tokat gibi patlıyor o gerçek. Köksal Toptan doğru demiş: Acılı günlerde vatandaşının yanında cömertçe (gözüken) devlet, her şey normale dönünce işçileri yine unutup tedbir almak konusunda birden unutkanlaşıyor. İktisadi dünya görüşüne dönüp masraftan kısıyor. Kendisi için kaçış odaları çok nasılsa… O memleket senin bu memleket benim, kahraman iş adamlarıyla TRT önde Anadolu Ajansı arkada… Medyanın yalaka tayfası ağızlarına bakıyor. Yeraltındaki kaçış odası mı? Bizde Sergi Odası var sadece… Bende Merve Ekici söyleşisine kaçtım geçen gün. Madenci anıtında öğrenciler açlık grevi yapıyorlardı, duyarlı insanlar demirparktan yürüyorlardı.
Kentin anıtları bir gün hepimiz yerine isyan edip eyleme çıkacak valla: “Susma sustukça sıra sana gelecek” diye bağıracak taşlar, kayalar; başbakanın açtığı Şehitler Anıtındaki düşen şehit isimlerin levhaları dirilip yakamıza yapışacaklar; “Hani, kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz di?” diye hesap soracaklar!