HARİCİYEDE DAYIN VAR MI?

Abone Ol
        HARİCİYEDE DAYIN VAR MI?
 
   ''Sene 1966, aylardan eylül. Üniversite sınavlarında kazandığım fakültelerden birine kayıt yaptırmak için Zonguldak'tan Ankara'ya doğru yola çıktım. Ama hangi fakülteye kayıt olacağım konusunda kafam hala karışık. Çünkü gönlüm Siyasal Bilgiler Fakültesinde  ama babam ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümü'ne girmemi istiyor. Acaba yüreğimin götürdüğü yere mi gitsem, yoksa baba sözü mü dinlesem diye hala düşünüyorum. 
   İşte bu düşüncelerle ilk defa geldiğim Ankara'ya ayak bastım.
   Tabii ki önce yüreğimin götürdüğü yere gideyim dedim. Siyasal Bilgiler Fakültesine kayıt yaptırmaya karar verdim. Ve sora sora  Fakülteyi buldum.
   Şimdi nedenini hatırlamıyorum; herhalde bir şey sormak için kantinde geyik muhabbeti yapan kızlı erkekli bir grup eski öğrencinin yanına gittim. Baktılar, Anadolu'dan gelmiş saf bir çaylak, başladılar benimle gırgır geçmeye. Aramızda şöyle bir konuşma geçti: 
   - Nerelisin hemşerim?
   - Zonguldaklıyım.
   - Buraya niçin geldin?
   - Kayıt yaptırmaya.
   - Peki ne için kayıt yaptıracaksın? Yani ne olmak istiyorsun?
   - Hariciyeci olmak istiyorum.
   - Peki, senin hariciyede dayın amcan falan var mı?
   - Yok!
   - Bak kardeşim, eğer hariciyede dayın amcan falan yoksa; mezun olduktan sonra olsan olsan en fazla Varto'ya kaymakam olursun. Varto'ya kaymakam olacağına da git sizin köye muhtar ol daha iyi!
   (Not: Varto o sıralar büyük bir deprem geçirmiş, taş üzerinde taş kalmamıştı!)
   Nedense bu konuşmadan çok etkilendim. Kayıt olmaktan vazgeçtim ve geri döndüm.
   İleri yıllarda anladım ki o çocuklar haklıydı. Çünkü Hariciye'de torpili olmayanın hariciyeci olma şansının yok denecek kadar az olduğunu bizzat gördüm.
   Şimdi yukarıdaki anekdotu neden anlattığımı açıklamaya çalışayım.
   Bilindiği gibi, Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda, neredeyse Türk halkının tamamına yakını köylü idi. Cumhuriyet kurulunca Atatürk bu köylü milletinin bir kısmını şehre indirerek, daha önce Rum, Ermeni, Yahudi veya diğer milletlere yaptırılan işleri ve görevleri bu insanlara verdi. Onlar da gerek usta çırak ilişkisiyle, gerekse deneme-yanılma yöntemiyle verilen işleri yapmaya başladılar. Fakat öyle bir meslek vardı ki köyden şehre henüz gelmiş eğitimsiz insanlara verilemezdi. Bu meslek hariciyecilik idi! Çünkü bu meslek çok özel bir meslekti ve ayrıca lisan ve protokol bilmeyi de gerektiriyordu.
   Köyden henüz gelmiş insanların bu konuda yetişmesi zaman gerektiren bir işti. Bu nedenle, hariciyecilik mesleği Osmanlılar'dan kalan, genellikle 'Beyaz Türkler' denilen ailelerin elinde kaldı. Hatta tekelinde kaldı da diyebiliriz! Öyle ki Anadolu çocuklarının bunların arasına girmesi imkansıza yakındı. Ben şahsen etrafımdaki insanların hariciyeci olduklarını göremedim.
   Birçok yurt dışı görevlerim ve gezilerim oldu. Şunu gördüm ki bizim hariciyemiz hiç de başarılı değil. Hariciyecilerimiz halktan kopuk ve halka soğuk. Bu yüzden Türkiye dış ilişkilerinde başarısız ve kendini yalnız hissediyor. Akraba dediğimiz Türk Cumhuriyetleri ile din kardeşi dediğimiz Müslüman devletler bile dış politikada bizi hep yalnız bırakıyor. Örneğin, Kıbrıs Türk Cumhuriyetini hala hiçbiri tanımadı!''
   Yukarıdaki yazıyı 10 sene önce yazdım ve ''Eşekten Uçağa'' isimli kitabımda da paylaştım.
   Peki aradan 10 sene geçtikten sonra şimdi durum nedir?
   Tabii ki hariciyeci yetiştirmede durum pek değişmedi. Yine sadece hariciyede dayısı olanlar hariciyeci olmaya devam etti. Halkın içinden yetişen, halkı iyi tanıyan, halkla empati yapabilen gerçek Anadolu çocukları yine hariciyeci olamadı. 
   Ama bir şey değişti: Hariciyecileri ''monşer'' diye küçümseyen kerameti kendinden menkul politikacılar, deneyimli hariciyecileri devre dışı yaparak dış politikayı bizzat kendileri yönetmeye kalktılar. Hatta eskilerin ''ifrat ile tefrit'' deyimine uygun bir şekilde hiç bir hariciye deneyimi olmayan, hatta lisan bile bilmeyen bazı yandaş politikacı veya bürokratları büyük elçi veya baş konsolos gibi kritik görevlere atadılar. Yani dış politikayı kendi deyimleri ile monşerlerin elinden alacağız derken daha kötüsünü yaparak dış politikayı bu işi bilmeyenlere teslim ettiler.
   Peki bunun bu günkü sonucu nedir derseniz ben size özetleyeyim.
   - Atatürk'ün ''yurtta sulh cihanda sulh'' prensibi terk edildi. Bu yüzden dış ilişkimiz olan hemen hemen her devletle kavga ettik. Neredeyse Katar'dan başka dostumuz kalmadı.
   - ''Stratejik Derinlik'' veya ''Değerli Yalnızlık'' gibi absürt politikalar nedeniyle dünyada  yalnız kaldık.
   - Yine bu yanlış politikalar nedeniyle; bir haftada Şam'daki Emevi Camisinde namaz kılacağız palavrası ile, Suriye'nin iç işlerine karışmamız sonucu Ortadoğu bataklığına saplanmış vaziyetteyiz. Orada halen büyük devletler çıkar paylaşımı için tepişirken, biz okey masasında yer verilmeyen yancı durumuna düşmüş durumdayız.
   - Dış dünyada  lobi kuramadık. Bilindiği gibi, tezlerin savunulması, güç ve taraftar toplama ve çıkar paylaşımı gibi konular bir lobi meselesidir. Dış dünyada kuvvetli bir lobiniz varsa dostunuz da çok olacak demektir. Ama yoksa tersi de geçerlidir. 
   Üstüne üstlük bir de Yahudi Lobisini küstürdük. Bilindiği gibi Yahudi Lobisi dünyada en güçlü lobidir. Bu lobi yıllardan beri bizim arkamızdaydı. Bu yüzden, örneğin dünya devletleri Ermeni Soykırımını yıllarca kabul edemediler. Fakat ne zaman ki bunlar Müslüman kardeşlerimiz diye bize kötülükten başka hiç bir faydası olmayan Araplar yüzünden İsrail ile papaz olduk; bu güne kadar Ermeni Soykırımını kabul etmeyen devletler birbiri ardına kabul etmeye başladılar.
   - Yine dış ilişkilerde sürekli yalpalamamız ve zigzaglar çizmemiz bize olan güveni zedeledi ve bu nedenle dost bulmada zorlanmaya başladık.
   - Uluslararası ilişkilerde duygusallığa yer yoktur. Her şey karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalıdır. Hal böyleyken, diğer devletlerle kavgalı pozisyona düşmemiz ve güven kaybetmemiz nedeniyle dış ticaret dengelerimiz altüst oldu. Hatta dış kredi bulmakta bile zorlanmaya başladık.
   Bu nedenlerle, ülkemizdeki yabancı yatırımcıların ve sıcak paranın kaçtığı yetmiyormuş gibi, Türk yatırımcılar da yurt dışına yönelmeye başladılar.
   Sonuçta bu günkü ekonomik tsunami ile karşı karşıya kaldık.
   Bakınız hariciyecilikten nerelere geldik! Çünkü dünyada yalnız değiliz. Dünya göreceli olarak gittikçe küçülüyor ve sınırları kaldırarak bütünleşiyor. Hiçbir kişinin dünyada tek başına yaşayamayacağı gibi hiçbir devlet de tek başına yaşayamaz. 
   Bu yüzden komşularla ve diğer devletlerle iyi ilişkiler kurmanın ülkemizin çıkarına olacağı şüphesizdir. Bunu sağlamanın yolu akıllı dış politikadan geçer. Akıllı dış politika da bu işi iyi bilen hariciyecilerin görevlendirilmesi ve onların görüşlerinden yararlanılması sayesinde yürütülebilir.
   Özetle demem o ki yukarıdaki olumsuzlukların hemen hemen hepsinin ana sebebi dış politikaların ehil ellerde olmaması ve bu yüzden yapılan yanlış dış politikalardır.           
   Doğru dış politika yapmak istiyorsak, öncelikle hariciyeyi belli ailelerin veya zümrelerin tekelinden kurtararak halk çocuklarına açmalıyız. Sonra da iyi yetişen ve vatanını seven hariciyecileri iş başına getirmeliyiz. 
  Son olarak da devleti yöneten politikacılarımız dış politikayı yürütürken mutlaka bu hariciyecilerin görüşlerinden yararlanmalıdır!