Bugünlerde bir Marmaray muhabbeti sardı milleti.
Yaklaşık on yıldır ilerlemesi yapılan Asya-Avrupa deniz altı demiryolu bağlantısı sonlandı ve hizmete açıldı.
“Marmaray” adı verilen tüp geçit için Avrupa Birliği Bakanı Başmüzakereci Egemen Bağış “Atalarımız gemileri karadan yürüttü torunları olan bizlerse treni denizden” diyerek, projeyi maalesef Avrupavari bir şekilde müzakerat edemedi.
Başmüzakereci, eğer ki şöyle söyleseydi: “Hikaye değil hakikat, alın size denizler altında yirmi bin fersah.” Vallahi ne diyeyim, proje Avrupavari bir müzakerat olarak kayda geçerdi.
Yok yok... Aklım şaştı, lafımı geri alıyorum.
Lafımı neden mi geri alıyorum? Çünkü Avrupalı gülerdi buna. “Jules Verne’nin bilim kugu romanından esinlenmiş de söylemiş Mr. Bağış bunu” derlerdi.
1870’li yıllar, denizde bir canavar, kayıp olan insanları bulmak için maceraya atılan kahramanlar, denizlerin fersah fersah derinlikleri...
Avrupalıya ziyankar akıl vermek olmaz. Bağış’a da bu yakışmaz zaten!
Yine de “doğru müzakerat etmiş Bağış” mı, desek!
Amannn... Doğrusu eğrisi, demiş işte adam. Belki de yalnızca içe dönük müzakerat etti ?
Evet evet... İçe dönük bir laflama. “Atalarımız...” falan. Eee...
Evet, eee... İçe dönük diye yutacak mıyız bu müzakeratı?
İstanbul sırtlarından felek üstünde kaydırılan gemileri elle tutmadık, gözle görmedik, 560 yıllık fetihi tarih kitaplarda okuduk ve inandık. Şimdi bu “... treni denizden” yürütmek ne oluyor?
İçe dönük diye, bu kadarına da pes doğrusu.
Abesle iştigal yani. Denizde yürüyen tren! Boğazın mavi sularını yara yara gelen koca bir tren!
Hadi araba vapurunda tren vagonu görmesek neyse!
Mr. Bağış torun olarak, denizin altındaki galeriden geçen treni kastederek övünç duyuyorsa, yakın tarihe bakarak katbekat övünç duyulacak mevzular çok esasında.
Misal, bizim burada havzada her yer galeri, her yer ray. Hem de denizin yüzlerce metre derinliğinde. Kandilli, Kozlu, Zonguldak, Kilimli, Amasra, yani Batı Karadeniz’in altında kilometrelerce uzunlukta galeri ve yola döşeli ray var. Üstüne üstlük bizim buradaki vagonlar yıllardır hem adam taşıyor, hem de kömür.
Bizim burası Batı Karadeniray. Madenden müteşekkül olarak Havzaray!
Yalnız bizim Havzaray pek tekin değil. Gün oluyor gaz birikmiş, bir kıvılcım “güm” bir patlama.
Tahkimat da tutmuyor. Bakmaya fırsatın olmuyor, Allah ne verdiyse “patırt” tavan göçüveriyor.
Elektrik kesiliyor, su basıyor, halat kopuyor, vagon raydan çıkıyor.
Kelle koltukta anlayacağınız.
Şimdi benim demem şu ki:
“Havzaray olarak burada yıllardır çok canlar yandı. Doğru dürüst tedbir alınmadığı sürece daha çok canlar da yanacak. Öyle görünüyor. Hani derler ya ‘kanıksandı’ diye! İşte öyle bir şey.
Biz emeğin başkenti olarak bu anlayışa karşı hep mücadele ettik. Her daim mücadeleye devam da edeceğiz. Çünkü bu bizim hayat-mayat meselemiz.
Marmaray daha yeni. Henüz kanıksanmadı. Tedbiri baştan almak lazım. Sonra canavarlaşıyor her şey. Fersah fersah...
İş yine ziyankar akıl vermeye döndü. Hem de şahsım tarafından.!
Lakin bir canavar var. Bu canavar, dünya başkenti ilan edilen güzel İstanbul’da da baş gösterebilir.
“Havzaray”dan fayda gören hayat-mayat meselesinde tecrübeli bir vatandaş olarak yetkilileri uyarıyorum. Tedbiri tam alın. Bilim, mühendislik bakımından hiç bir şey eksik olmamalı denizin altındaki galerilerde.
Canavar derinlerde fersah fersah, cana bir milim. Ha Havzaray ha Marmaray, yakın herkes ona her an!