Kış demek önce soğuk, sonra grip demek benim için. Zonguldak bitmek tükenmek bilmeyen uzun bir kış mevsimi yaşıyor, toplasan bir yılın sadece iki ayı doğru dürüst yaz mevsimi yaşıyoruz. Oh, tam ısındık demeden kış göz kırpmaya başlıyor. Aslında ben sürekli aldığım ilaçların neticesinde kolay grip olmam. Bu sefer grip denen illet öyle bir hasta etti ki beni 3 gün neredeyse saatlerimi şaşırdım ne zaman akşam, ne zaman sabah oldu bilemedim. Eh çağımızın en yaygın iletişim aracı olan faceye de yüz ifadesi ve birkaç satır durum bildirmiş de bulundum. Baktım telefonlara cevap vermekten baş edemeyeceğim son çare sessize alıp başımı tam yastığa koydum ki kapı çaldı. Eyvahhh… “Anne ben uyuyorum” dememe fırsat kalmadı “Hülyoşşşkommm hasta mı olmuşşşşşş, nerdeyyymişşş” diye uzun hava çekerek biri geliyor. Dünyalar tatlısı arkadaşım Esra çıkıp gelmiş şimdi ben buna nasıl kızarım? Ne mümkün onun varlığı bile beni iyileştirdi bir anda.
Yatağımın başına oturdu cevap vermeden peşin sıra 3-4 soru sordu. Peşinden de kendi cevapladı. “Nasılsın?” “Ay çok hasta gözüküyorsun…” “Neyin var?” “Grip olmuşsun sen…” “Ateşin var mı?” “Yanıyorsun vallahi…” “İyi görünmüyorsun, rengin atmış...” Canım benim güzel insan, başladı bana fıkralar anlatmaya. Beni neşelendirme derdine düştü. Arada bir de “Sana hiç yakışmıyor, bak kalk az doğrul” dedi ve bana hizmet etmeye başladı. “Öksürük için fayda göreceksin” diye çorba, ıhlamur, hatmi çiçeği çabaladı durdu, ama iyi de geldi biliyor musunuz? İnsanın şu hayatta sağlam bir dostu varsa, her daim bir adım önde oluyorsun hayat karşısında. Hasta ziyareti bekli de iyidir dedikleri kesinlikle doğrudur. İçtenlikle yapılan, biraz endişe ile karışık ilgi ve şımartılmak çok iyi geliyor insana. Derken başladık sohbette hatta ben sırtıma birkaç yastık koyup dik oturdum bile, başladık oradan buradan konuşmaya. Esra bana “Hülyoş biliyon mu sen Temel fıkraları kadar komiksin” dedi. “Neden” dedim. “Ya bir insanın başına bir kere normal bir şey gelir, seninkiler hep komedi ya fıkra gibiler.” “Biz arkadaşlarla senin lafını eder güleriz” demez mi, içim bir tuhaf, sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Sonra “Bir insanı güldürmüşüm, mutlu etmişim, ne güzel işte” dedim kendi kendime.
“Nedir o kadar güldüğünüz?” dedim. “Sen şimdi hasta oldun ya, hani Kadırga’da yaşadığın o gün aklıma geldi, polis ambulans ve o teyze. Ama teyze başrollerde unutma… Lütfen bu hafta köşende bunu yaz arkadaşlara göstereceğim ben çok anlattım bir de senden duysunlar hatırladın mı?” dedi. Nasıl unuturum ki yine böyle çok daha ağır grip olmuşum, oğlum çok küçük o zamanlar bir tek yanımda o var, eşim işte. Alt ve bitişik komşularım evde öksürsem duyan insanlar. O gün yoklar ortalıkta. Yatığım yerden doğrulmaya çalıştım olmadı, kımıldayamıyorum, ateş nöbeti geçiriyor, içimdeki ejderhaya dur diyemiyorum, sanki benim ağzımdan her yere ateş fışkırıyor o denli sıcak her yer. Anlık halüsinasyon görüyorum üzerime koca koca kayalar geliyor sanki ya da yolun ortasındayım arabalar geliyor zır zır. Ama ben çok çabalasam da karşıya geçemiyorum, o denli hayaller görüyorum “Allah’ım” dedim, “buraya kadar” sanırım ben burada öleceğim. “Bana yardım edecek kimse yok mu” diye bağıracağım sesim çıkmıyor, “Komşular yetişin” diyeceğim yapamıyorum. Aklıma telefonla yardım istemek geldi. Komedine can havliyle uzandım, eşimi aradın ulaşılamıyor. Tüm iş arkadaşlarını aradım ulaşılamıyor. İşyerini aradım sanki toplu firardalar, telefon şirketinde kimse cevap vermiyor. “Tamam” dedim “bitti Kelime-i şahadet getir kızım.” Ne yaparsın Laz aklı bu bir çare bulcaz elbette hemen aklıma ambulansı aramak geldi ama ambulansın numarası aklıma gelmiyor. Bir tek polis imdat var aklımda hemen aradım tabii155 i…
“Alo 155 Polis İmdat” buyurun falan, bana yardım edin dedim, en ölüyorum.” “Durumunuz nedir, nasılsınız, yaralanma, bıçaklanma, silah yanınızda kim var? Aloo, aloo orada mısınız bayan?” gibi beni konuşturmaya çalışan bir memur. Dedim “Yaralanma bir olay falan yok ben ölüyorum, yetişin.” “Neyiniz var?” dedi, “Ben” dedim, “Çok fena girip oldum kalkamıyorum, kimse yok. Bir azar iştim, “Siz polis imdat hattını bunun için meşgul edemezsiniz, ambulansı arayın, bu arada gerçekten ihtiyacı olan vatandaşın bekli de hayatıyla oynuyorsunuz. Bu bir suçtur” gibi tam hatırlayamadığım bir sürü cümle sarf ediyor. Çok zor konuşarak cevap verdim. “Haklısınız” dedim ama “Ambulansın telefonunu bilmiyorum, kimseye ulaşmadım, lütfen yardım edin, ölüyorum.” O arada ne oldu anlayamadım, evin adresini nasıl verdiğimi bile bilmiyorum, hatırlamıyorum. Bir tek hayal meyal eşimin beni bir yere götürdüğünü gördüm, onu da rüya sandım. Kendime geldiğimde, başında doktor ordusu hemşireler her iki kolumda serum, eşim, arkadaşlar. Ve dakikalar geçtikçe meraklı komşular ahbaplar. Buraya kadar olanlar olabilecek şeyler asıl ilginci bundan sonra… Derken telsiz sesi, 2 polis belirdi, başımda sorgu için tutanak tutulacakmış. Birkaç soru soruyorlar, “Geçmiş olsun” falan diyor, fakat biri durmadan gülümsüyor. Ciddileşiyor, tekrardan gülümsüyor falan, dikkatimi çekti. “Hayırdır neden gülümsüyorsunuz?” dedim. Bu sefer eşim ve diğer polislerde gülmeye başladı, ben de güldüm anlamadan . Eşim “Ben sana anlatırım, bizim Muhtar teyzeye gülüyorlar.” dedi.
Muhtar teyze öyle bildiğiniz muhtarlardan değildir. Kadırga’yı bilenler hemen hatırlar o merdivenlerin hemen girişindeki evde otururdu. Sabahtan akşama kadar apartmanlara kim girdi çıktı, nereden geliyor. Elinde ne vardı? Ne aldı? Kaç kilo aldığını en ince detaya kadar bilirdir. Eğer ona yakalanmadan o merdivenleri geçmeyi başardınızsa ne mutlu size. Yok yakalandıysanız bir kere, yere gittiğini, kime neden gittiğini, ne kadar kalacağını, kocasının adını nerede çalıştığının raporunu muhakkak vereceksin. Yoksa bırakmaz. Onun için Kadırga sakinleri olarak ona o zamanlar Muhtar teyze derdik. Şimdi olaya kaldığımız yerden devam edelim. Ben polisle konuştuktan sonra sanırım baygınlık geçirmişim o arada eşim taksiyle eve geliyor. Beni o halimle görünce, hemen kucaklayıp merdivenden indirirken Muhtar’a yakalanıyor. Sorgu suale başlayınca, eşim, “Teyze bi geç içeri, şimdi senle uğramam.” diye azarlıyor onu…
Ve aradan 10 dakika sonra kapıya ambulans geliyor. Kapıyı tıklıyor, açan yok. Meğer polis ambulansı yönlendirmiş. Tabi kapı açılmayınca kapıyı zorluyorlar, polisi geri arayıp içeriden ses gelmiyor deyince bir de olaya polis karışıyor mu, al sana senaryo. Gelen ekip kapıyı zorluyor ve eve giriyor. Evde kimse yok, gelenler geri gitmeye hazırlanırken bizim Muhtar teyze olaya balıklama dalıyor… Polisler burada benim adımda birini olduğunu, beni bugün görüp görmediğini sorunca, Muhtar teyzemi kim tutar? “Ah ahh, benim hanım kızımı battaniyeye sarıp götürdü, o kocası var ya o kocası… Nereye götürdüğünü demedi, kızın da hiç sesi çıkmıyordu. Var ya o adam, bu kızı vallahi dövmüştür. Ben gördüm diye de bana da kızdı. ‘Gir içeri, senin bacaklarını kırarım’ dedi” demiş teyzem. 2 dakikada öyle senaryo yazmış ki, ben bile duyunca dayak yemiş gibi bütün kemiklerim ağrıdığını hissettim vallahi. Artık heyecanlı heyecanlı daha neler dediyse polislere herkes gülümsüyordu. Teşkilatı buradan tebrik etmek lazım. Benim adresimi nasıl buldular ve duyarlı davranıp ambulansı nasıl yolladılarsa bravoyu hak ettiler doğrusu. İşte öyle zaman zaman hatırlar hep güleriz. Neredeyse bir yıl hep bu konuşuldu ve herkese gülme malzemesi oldum. Başıma her zaman bir tuhaflık muhakkak ki gelmiştir
Aslında planlı olan bir şey hiçbir zaman olmuyor. Genelde doğaçlama yaşadığım için sanırım,bir de en çok yüksek sesle düşündüğüm zamanlar başım hep sıkıntıya girmiştir. Biraz uzadı ama Esra arkadaşım muhakkak ki bunu da anlat dediği için onu kıramıyorum size kısa bir anekdotumu daha anlatacağım.
Yine rahatsızlığım sebebiyle Ankara’ya gittiğim bir gündü. Hiç unutmam Mayıs’ın 1’i. Ankara’da izdiham, her yerde pankartlar, yürüyüşler falan hareketli bir gün. Ben de Demetevler’den Hacettepe civarına gitmek için dolmuşa bindim. Dizimden bir gün önce iğneli bir operasyon geçirdiğim için dizimi bükmen ya da ani hareket etmen çok zor. Yer buldum oturdum ortalarda bir yere. Ankara’da ki dolmuşlar Zonguldak’takilere oranla çok farklı. Koltuk sayısı az. Koridor daha geniş, haliyle ayakta duranlar daha fazla oluyor. Ve dolmuş bir anda doldu 5-6 kişi ayakta gidiyor. 1 Mayıs olduğu için yollarda trafik barikat kurmuş adeta siper almışlar. Şoförümüz de her polis otosunu gördüğünde eleri direksiyonda, vücudunu aniden doksan derece bize doğru çeviriyor. Anam bir de nazik, “Lütfen, rica ederim, çömelir misin, polis ceza yazmasın, yasak biliyorsunuz.” Birdi, ikiydi, üçtü her seferinde şoför dönüp kibarca aynı cümleyi söylüyor, çok ilginç ki kimse karşı çıkmayıp şoför ne derse onu yapıyor. “Çömelin” diyor çömeliyorlar. “Tamam, geçtik” diyor kalkıyorlar… Hay benim dilimi eşek arısı soksun, bir anda yüksek sesle düşündüm, tam şoförün dönüp aynı şeyleri söyleyeceği sırada müdahale ettim: “Şoför bey yorulmanıza gerek yok deve-cüce, deve- cüce deseniz yeterli” dedim vee…. Devamını yazmayacağım olan oldu. Gerisini siz nasıl isterseniz öyle bitirin. Hoşça kalın sevgiyle kalın