HERŞEY BOŞSA EĞER…

Abone Ol

Yaşam süzgecimizden süzdüğümüz birikintilerin posalarıyla boğuşuyoruz ya biz insanlar hani. Elimizde olmayan nedenlerle, olduğumuz yerde sayıp bir adım bile öteye gidemiyoruz ya hani. Süzeğin altına süzdüklerimizde işte bu durumda kendiliğinden kokuşuyor zaten. Çünkü o kıvamını tutturamadığımız,süzemediğimiz posalar katranlaştırıyor hayatı.

Bir maceranın içinde, günlük gelişmelerin ışığında kendi duruşumuzu özümsemeye çalışaduralım,itiraz ettiğimiz kabullenemediğimiz dayatmalara her daim tepkiler verelim nafile. Biz bir hiçiz aslında, öyle çünkü birileri at oynatıyor değim yerindeyse,hem de bizim has çiftliğimizde oynatıyorlar atları. Doğrunun yerine yanlış konulduğundan beri, kendimize düğümleniyoruz, düğümleniyoruz da çözme konusunda ki isteksizliğimizi beceriksizliğimizi de görmezden geliyoruz. Unutuyoruz çünkü doğrunun yerinde yanlışların saltanat sürüyor olduğunu…

Bu içinde yaşadığımız dünyanın dönmesine katkı sağlayanlar olduğumuza inandığımızdan beri ve yahut inandırıldığımızdan beri, kendimizi itaatkâr köleliğe de hazırlıyoruz bir şekilde. Oysa dünya kendiliğinden usul usul dönmüyor mu zaten (?) durdurmaya kalkışmak peki  niye…

Hayat bir sınav ve aynı zamanda zorunlu kölelikmiş aslında. Biz insanlara ilk öğretilen şeymiş sistemlere köle olmak, itaatkâr olmuyorsan, olamıyorsan vay haline. Can nasıl yakılır, canın nasıl yanar, sürekli bunun sınavını veriyoruz ve her defasında insan olmanın kodlarıyla oynayanlara hizmet verdiğimizi unutuyoruz. Doğru olanın doğru olarak işaretlediğimizin üç yanlış kadar olan haysiyetini düşündüğümde, zaten boşa kürek salladığını anlayabiliyor insan, birazcık olsun aklı varsa elbette.

Ne garip yaratıklarız biz,  bir hayat teranesinde debeleniyoruz ve farkında olamıyoruz insan olamadığımızın. Birbirine üstünlük sağlamak adına o kadar çok can yakıyoruz ki ve o kadar çok canı yok ediyoruz ki düzeni olmayan bir yolculuğun köleleri olmaktan öteye gidemediğimizi ne yazık ki kavrayamıyoruz.

Evet, biz insanlar ne yazık ki Tanrının değil, içimizde ki şeytanların köleleriyiz. Birbirimizi üstün gelebilmek adına şeytana hizmet veren azılı köleleriz. Bizim gibi düşünmeyeni bizim gibi olmayanı ateşe atıp yakmaya ve bundan zevk alabilecek kadar da cani olmaya meyilli kobaylarız. Hemde biz insana bürünmüş şeytanların kobayları,köleleriyiz.

İç karartan ve umudu satan pazarlıkların gölgesinde hala daha duruşunu bozmayanların olduğuna her ne kadar inanmak istesek de bunun koskocaman bir hayalperestlik olduğunu, tokadını şak diye yediğimiz şeytanlardan öğreniyoruz.

 İnsanların umutları, hayalleri ellerinden alınırsa, bu içini canavarların bastığı “sistem zadeleriyle” nasıl başa çıkılına bilinir ki. Sadeceüç yanlış kadar haysiyeti olan doğrunun elinden ve yüreğinden hep birlikte tutamazsak, bunu beceremezsek, şeytanlara hizmet veren köleler olarakda bir hiç olduğumuzu kabullenmek zorundayız o halde.

Bizler kendi menfaatlerimize göre yön çizersek, kirletirsek aydınlığı, daha çok düğümleniriz birbirimize, daha çok hizmet ederiz şeytanların efendilerine.

Her şeyin boş olduğunu bile bile nasıl düşülür ki tuzağa. Nasıl yalan olduğunun ispatlandığı bir dünyaya gönülsüzce hizmet eder ki insan. Edemiyor velhasıl edemediği içinde kendi harcını kararken birilerinin yaşam hakkına birilerinin özgürlüklerine prangalar takılıyor, sırf beceremediklerinin altı çizilmesin ve yüz karalıkları yüzlerine vurulmasın diye canlar yakılıyor, can yanıyor…

Sistem kargaşasının içinde, herkesin kendine, kendince saf edindiği seçkilerin vebalinde eşit ödenmediği, adil olmayan yaşam savaşlarında, yaralı bir ruhla direnmeye çalışılıyor galiba. Herkes yorgun ve herkes ümitsiz, bireysel direnmeye mecali kalmayanlar teslimiyet zayıflığında içeriğini bilemediği çoklaşmaya doğru kayıtlıyor kendini ve düzensizleşen yaşam meydanlarında neye hizmet ettiğini sorgulayamadan bir bakıyor ki iş işten geçmiş. Geriye kalanlar, elden gidenlerin katranlaşan tortusu oluyor sadece.

Ümitsizliğe kapılmak kaybetmeye başlamanın ayak izleridir, kaybedenlerdeniz kabul edelim. Bu yenidünya düzeninde var mıdır acaba ümitsizliğe kapılmayan. Barıştan çok, barışmaktan çok savaşlara dönen yüzümüzün yüzsüzlüğüne kurban gitmez umarım içimizdeki umut. Yaşam hakkının eşitliğine inandığımız günlere özlem duyuyoruz elbette ancak böyle bir eşitliğin var olabileceğine inancı olanlar gerçek anlamda var mıdır sizce de.

Adil olmayan ve eşit olmayan şartlarda ne insanlık göğüsler ipi ne de sahip olduklarımızın bir anlamı olur. Kaybetmek de kazanmak da sırasını bekleyen ve kurgusunu köle tüccarlarının yaptığı kavramlar sadece. Zafer sonunda şeytanın ve ölümün olduktan sonra, böyle yaşamanın içine diyesim geldi…