Gerilimi sürekli yükselen bir korku tünelinden geçiyoruz… Yalnızca ülkede değil, tüm dünyada, insanlığın, tırnaklarıyla kazıyarak oluşturduğu evrensel değerler akıl almaz bir hızla yok ediliyor… Binlerce yılın emeği kazanımlar yok sayılarak, kuralları gücü olanın koyduğu Vandallık çağına geri dönülüyor… Dinsel bağnazlık, tutuculuk, ırkçı milliyetçilik, gibi insanlık düşmanı ideolojiler dünyaya egemen oluyor. İktidar tutkusu ve para hırsıyla vicdanını karartan zebaniler, yerküreyi, birbirini boğazlamaya yemin etmiş, birbirine ölesiye düşman varlıkların yaşadığı bir gezegen haline getiriyor…
“Kâr, daha fazla kâr” doymazlığı ile gözü dönmüş aç gözler, kaynaklarına el koymak istedikleri ülkelerde savaşları, şiddeti tırmandırdıkça tırmandırıyor… İstikrarsızlaştırılan ülkelerde, sivil halk, büyük can güvenliği sorunları yaşıyor… Kapılarını çalan ahlaksız savaştan kurtulup daha güvenli bölgelere geçmeye çalışanlar büyük bir insani dram olarak çıkıyor insanlığın karşısına… Mağdurlar ölmeden kaçmayı başarabildikleri ülkelerde, yalnızca ötekileştirilmiyor, oralarda yaşanan toplumsal -ekonomik sorunların sebebi olarak da gösteriliyor…
İNSANSIZLAŞMANIN DORUĞUNA TIRMANILIYOR
Yaygınlaşan yabancı düşmanlığı, her yerde, aşırı sağın yükselmesine neden oluyor… Irkçı faşist hareketler, diğer ülkelerdeki benzerlerinin söylemlerinden de yola çıkarak, geliştirdiği provokatif dille, kendi ülkelerinde etki alanını genişletiyor… Bu durum başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere tüm hakların kullanımını kısıtladığı gibi, halkların kardeşliğini, barışı, insan hak ve özgürlüklerini savunmayı da zorlaştırıyor. Bir arada yaşam iradesini de zedeleyerek ilerleyen süreç, insansızlaşmanın doruğuna tırmanıyor…
Baskıcı, otoriter yönelimleri giderek artan AKP, oy deposu olarak gördüğü milliyetçi, muhafazakâr kitleyi tahkim edebilmek için son derece tehlikeli bir dil kullanıyor… Kürt politikasında 90’lı yılların “Beyaz Reno’lu” günlerini aratmayan şiddet sarmalına geri dönülürken, insanlar sorgusuz, sualsiz hapislere tıkılıyor, işinden çıkarılıp, mallarına el konuluyor. AKP elebaşları, 15 Temmuz’u da bahane ederek idam cezasını yeniden uygulamaya koyacağını ifade ediyor. Çok açık şekilde söylüyorum ki, idama yalnızca ideolojik, hukuki değil insani ve ahlaki gerekçelerle karşıyım.
GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR CEZA
Ülkemin tarihsel geri planı da, bu çağdışı cezanın ağızlara bile alınmaması gerektiğini söylüyor. Bu ülkede ne kadar uygulanan idam cezası varsa, hepsi, toplumsal bir yara olarak kanıyor vicdanlarda… İster İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edilenleri düşünün, ister Menderesleri, isterseniz de Denizleri… Vicdanı en kara insanlar bile, bunların bir vahşet olduğunu kabul ediyor… “Asmayalım da besleyelim mi” vahşetinin hüküm sürdüğü Eylül karanlığında, yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren’i anımsamak bile idama karşı olmak için yetip de artıyor…
Siyasal konjonktürün hukuktan daha belirleyici olduğu bir yerde, idamı savunmak, büyük vicdan yoksunluğuna karşılık geliyor… Ne mutlu ki, 1984 yılından bu yana bu utancı yaşamıyor Türkiye… Yargısız infazları saymazsak, hukuk adına cinayet işlenmiyor. Hiç geri dönüşü olmayan bu ceza yürürlükte olsaydı, bugün özür üzerine özür dilenen Ergenekon, Balyoz sanıkları asılmış olacaktı mesela... Kim saracaktı bu yarayı? Hangi vicdan hesabını verecekti? Tekrarlıyorum: İdam insanlık dışı bir cinayettir ve ipin kimin boynuna geçeceğini kestirmek de mümkün değildir her zaman…