İMARA TAHSİSLİ ANTİK DEĞERLER VE KARADENİZ’İN EFES’İ TİOS

Abone Ol

Değerli Okurlar;

Gün geçmiyor ki gazetelerde, haber bültenlerinde bir imar değişikliğine veya yapılan tahsise rastlanmasın. Hep bu haberlerin içeriğine girdiğimizde de bu değişikliğin veya tahsisin yapıldığı alanın Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamındaki bir mahalde olduğunu görürüz. Peki bir birey olarak bu bağışıklık yaratmış haber çeşidi bizde nasıl bir etki yaratır. Bunun iç dünyamızda yarattığı duygu nedir, hiç bunu tahlil ettik mi? Haberi okuyup “ yine birilerine yağlı ballı işler veriyorlar, alıştık artık” türünden pijama, terlik ve gazete bütünlüğünün bir gereğini mi yaptık. İşte bu noktada devreye ne girdi vicdan sızısı mı yoksa dertsiz aşım kaygısız başım mizacı mı?

Bu günlerde insan davranışlarındaki repliklere bakılıp, imar ile ilgili olaylar gündeme geldiğinde rastlanılan ilk tepki az önce saydığımız potpuriden ibaret değil elbet. Bu konuya kafa yoran, bu tahsis ya da onamanın ne anlama geldiğini bilen veya o bölge ile onlarca yıl öteye dayanan illiyet bağı bulunan insanların tepkileri farklı oluyor tabi ki.

İmar pastasını bölenler o kalın dilimin de paylaştırılmasına özel önem gösteriyor, yanında ve yakınında oluşacak yeni tahsisi de önceden hesap ederek özel bir dilimleme metodu belirliyorlar. Şu sıralar tarihi alanlar ve onların yakın çevresi çok makbul. Mesela projeler geliştirilirken, bu gün yapılan imar değişiklikleri yarın yeni imar değişiklikleri yapılamayacak şekilde düzenleniyor ve tahsislerin sınırları da ileride tekrar gözden geçirilemeyecek kadar ince elenip sık dokunmuş projelerle belirleniyor. Öyle plan notlarına rastlıyoruz ki neredeyse bu kıyımın ortadan kaldırılmasına olanak tanıyacak bir hukuki sürecin önü baştan ve tamamen kapatılmış durumda.

Özellikle Dünya Mirası kapsamındaki alanlarda da bu yeni ve önlenemez akım etkilerini gün geçtikçe arttırıyor. Öyle ki neredeyse tüm antik kentlerin civarında veya tam merkezinde birkaç çanak çömlek mizacı doğrultusunda işler yapılıyor. Bu alanlardan bir de Olympos Beydağları Milli Parkı ve Phaselis Antik Kenti. Geçenlerde bu konu ile ilgili olarak yaptığımız bir araştırmada karşımıza işte biraz önce bahsettiğim ve içimizde yarattığı etki bu kadarı da olmaz cinsindendi. Bir kere şunu açık yüreklilikle söylemem lazım. Ben yatırıma ve yatırımcıya karşı istemezükçü bir yaklaşıma hiçbir zaman sahip olmadım. Ancak işin bir doğası bir de doğasına aykırı yanı vardır. Burada karşılaşılan nokta bu ikisine de uymuyor, neye mi uyuyor düpedüz doğa dışılığa uyuyor.

Kısaca konuyu özetleyelim. Burası Dünya Mirası sayılan ve ülkemizin de uluslararası anlaşmalarla koruma altında tutacağı sözünü verdiği bir alan, hatta alan demeyelim doğa parçası. Bir tarafı deniz, bir tarafı orman, bir tarafı Antik Kent, bir tarafı da Olympos Beydağları Milli Parkı olan bir doğa parçası. Ancak o da ne!  Yetkili idareden buraya otel yapılacak ve de konaklamaya açılacak şeklinde bir karar. O noktada yapılan itirazlar ve açılan mahkemeler. Üstelik bu proje doğada hiç bir çevresel etki yaratmaz diyen yetkililer. Allahtan Mahkeme “ Dur arkadaş bir bakalım biz bu duruma öyle senin dediğin gibi doğada bir etki yaratmaz demekle olmuyor bu işler bak uzmanlığı olan arkadaşların bu karara itirazı var” şeklindeki yürütmeyi durdurması ve ardından “evet bu arkadaşlar doğru söylüyor. Bu proje doğada çevresel bir etki yaratır”  şeklinde bir karar verdi de projenin çevre boyutu ile ele alınması zorunluluğu doğdu. Sonuç; şimdilik sadece çevre boyutu ile bir durdurma elde edildi. Ancak devam eden bir dava daha var. Bu projenin iptali davası. Bu karar olmadan Phaselis kurtuldu denemez.

Arkadaş yatırım yap elbet. Ama daha kazı sonuçları bile alınmamış, sınırı belli bile olmayan bir kültürel mirasın yakınında civarında olmak niye? Adam İskoçya’da gösterecek bir şey bulamamış bu gölde canavar var demiş, tişörtler bastırmış ve yılda sekiz yüz bin turist çekiyor, senin Phaselis’ini daha dünyaya tanıtamadan bu yangından mal kaçırma telaşı niye?

Bakın bu iş nasıl olur. Kazıya finansör olursun, şehri ortaya çıkarırsın genç arkeologlara iş imkânı yaratırsın, kültürel mirasa katkı sağlarsın ve dersin ki; değerli yetkililer işte antik kent tüm sınırları ile bu, şimdi benim bu kadar emeğime ve harcamama karşılık bana da bu güzelliği dünyaya tanıtma ve koruma fırsatı verin. İşte o zaman bu devlet de oturur başlangıç protokolü ile senin hakkını verir. Örneği Antakya’da mevcut olan bir uygulamadan bahsediyorum. Yoksa bu yapılan ne olur dilim elvermiyor.

Bugünlerde dikkatle takip ettiğimiz bir diğer konu da Karadeniz doğalgazının karaya çıktığı noktada bulunan ve MÖ 7.Yüzyılda kurulduğu, sonraları MÖ 5.Yüzyılda Bizans döneminde önemli bir dini ve ticari merkez olan TİOS Antik Kenti’dir. Belki de ülkenin en hummalı çalışmalarından birinin yürütüldüğü bu havzanın hemen yanı başında bulunan bu paha biçilmez değerde kalıntıların şu an sadece küçük bir kısmı günışığındadır. Öyle ki yolu Filyos ve civarına düşenlerin antik kent kalıntılarının bir kısmının bugün konut olarak kullanılan yapıların temel ve su basmanlarında inşaat malzemesi olarak kullanıldığını hayretle görebilirler. Geçtik bu kalıntıların inşaatlarda kullanılmasını, bu kalıntılara ev sahipliği yapan arazinin tamamen çalılık ve yapılaşmaya açık bir alan olduğunu da hayretle görebilirler. Bir bölümünde TPAO Genel Müdürlüğünün koruması altında bazı kazı ve değerlendirme çalışmalarının yapıldığı bilgisi geliyor olsa da bu alanın ileride meydana gelebilecek olası imar artışları ve yapılaşma trafiğinden nasıl etkileneceği ise bir başka muamma.

Filyos projesinin tüm hızı ile hayata geçirilmeye çalışıldığı, bölgenin zaten kirlilik tehdidi altında olduğu bir dönemde, Filyos Projesi kapsamında hayata geçirileceği Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kesinleşen Gübre Fabrikasının da bu kirliliğe büyük katkı sağlayacağı aşikârdır. Hal böyle iken Karadeniz’in sayılı antik değerlerinden olan TİOS Antik Kenti ve çevresi Roma dönemi su yapıları ile köprülerinin bu katliamdan nasibini almaması düşünülemez. Bölgeye turistik bir değer katma telaşındaki bir avuç insanın önündeki en büyük engel şüphesiz kirli sanayi ve onun doğa üzerinde yaratacağı tahribattır.

            Dilimin ve yüreğimin elverdiğine gelince; insanın bir bahar sabahında kuş cıvıltıları arasında tertemiz havayı içine çekmesinden duyduğu haz kadar güzel bir şeydir. Bu güzelliğin içerisine dozer seslerini, ağaçları yerle bir eden motorlu testereleri, excavatorlerle kırılmaya çalışılan kayalar, ağır tonajlı kamyonların uğultularını karıştırmak nedendir? Dağları traşlanan, ekili dikili alanları binlerce metreküp toprakla dolgu yapılarak topoğrafyayı değiştirmek ve bu alanları kirli sanayiye açmak hangi aklın ürünüdür?

            Bugün ülkemizin nadide değerlerinin birer ikişer imar ve şehircilik ilkelerine aykırı uygulamalara maruz kaldığı bir ortamda, gelecek kuşaklara Çernobil gibi bir sanayi mezarlığı mı bırakacağız, yoksa geçmişi ile geleceği buluşturan bir turistik cennet mi bırakacağız? Bu muhasebeyi yapabilen yöneticilerin varlığını aramıyor değiliz. Ancak karşımızdaki örnek bir ikiyi geçmiyor ve bizler hiçbir ülkeye nasip olmayan bu nadide değerlerin yitip gittiğini ağlamaklı gözlerle seyrediyoruz.