''Eskiden, Osmanlılar zamanında padişahların ikide bir harp ilan ettiklerini bilirsiniz. Yine böyle bir harp ilanından sonra, zaptiyeler köylere gelip gençleri toplamaya başlarlar. Ama harbe gidenlerin en az yarısının geri dönmediğini bilen gençler zaptiyelerden kaçarlar. Kimi ormana saklanır kimi samanlığa.. Bu arada, bizim gibi yaşlı birisi de yatağın altına saklanmaya çalışır... Bunu gören karısı 'Sen niye saklanıyorsun? Onlar gençleri topluyor, seni ne yapsınlar?' diye söylenmeye başlayınca; yaşlı adam karısına, 'Hanım, sen bu işlerden anlamazsın. Bu orduya hiç paşa lazım değil mi sanıyorsun!' diyor.
Değerli Başkanlar, bu fıkrayı boşuna anlatmadım. 'Artık ben emekli oldum,' diye kaçmak yok. Bu toplumun hala size ihtiyacı var ve sizin de bu topluma karşı görevleriniz var!''
Yukarıdaki fıkrayı Türkiye Emekliler Derneğinin Erdek'teki Eğitim Tesislerinde yapılan Başkanlar Kurulu toplantısındaki konuşmamın başında anlatmıştım. Katıldığım birçok ulusal ve uluslararası sempozyum, kongre veya seminer gibi toplantılarda, konuşmacıların konuşmalarına genellikle toplantı konusuna uygun bir fıkra ile başlamasına şahit olduğum için, bu modaya ben de uyayım demiştim!
Anladığınız gibi, bu fıkrayı anlatmaktan amacım konuşmaya tebessümle girmenin yanında emeklileri motive etmek, topluma tecrübe ve bilgi birikimlerini kullanarak önemli hizmetler yapabilecekleri mesajını vermekti.
Konuşmamın devamını anlatmadan önce sizlere Türkiye Emekliler Derneği'inden kısaca bahsetmek istiyorum.
1997 Yılı başında, benim Ankara'ya geldiğim sırada, bu derneğin adı Türkiye İşçi Emeklileri Derneği idi. İzmir Caddesindeki bir apartmanın birkaç dairesinde hizmet veren, adı sanı pek bilinmeyen sıradan bir dernekti.
Fakat bu derneğin kaderi 2002 yılında derneğin başkanlığına Kazım Ergün'ün gelmesi ile sür'atle değişti. Sonradan işçi emeklilerinin yanında kapısını memur ve Bağ Kur emeklilerine de açarak şimdiki adını aldı. Bu gün bu dernek 1 milyonu aşan üyesi ve 113 şubesi ile Türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütü oldu. Bu nedenle Başkanı Kazım Ergün Sosyal Güvenlik Kuruluşunun (SGK) yönetim kurulu üyesi olmaya hak kazanarak bu göreve seçildi.
Yine Kazım Ergün döneminde, Tandoğan'da 7 katlı bir genel merkez binası yaptırılarak dernek apartman dairelerinden kurtarıldı. Emekliler bu sayede artık genel merkez binalarına girerken gurur duymaya başladılar. Bunun dışında Erdek'te 160 yataklı bir eğitim tesisi ve tatil köyü, Ankara Kızılay'da 110 yataklı modern bir misafirhane, Tarsus'ta poliklinik ve Mersin'de bir huzur evi ile 100'ün üzerinde gayrimenkul derneğin envanterine katıldı. Bütün bunlar sadece ayda 3 lira gibi mütevazı aidatlarla yapıldı dersem şaşırmayın.
''Kim bu Kazım Ergün?'' diye sorarsanız cevabım şudur: Kazım Ergün Zonguldak'ın yetiştirdiği çok değerli bir hemşehrimizdir. Benim de Mehmet Çelikel Lisesinden sınıf arkadaşımdır. Lisede biz arkadaşlarımızla ''lan'lı lun'lu'' konuşurken, Kazım arkadaşlarına ''Beyler!'' diye hitap eden tek kişi idi. Bunu da Kazım'ı daha iyi tanıyasınız diye ilave ettim. Bir ilave daha yapayım: Bu gün Ankara'ya geldiklerinde, Zonguldaklıların teklifsizce girebilecekleri ve itibar görecekleri tek kapı Kazım Ergün'ün makam odasının kapısıdır!
Neyse, kaldığım yerden devam ediyorum.
Kazım Bey bana sık sık Erdek'teki eğitim kampından bahsederdi. Ben de merak ederdim. Bu nedenle Ekim başındaki Başkanlar Kurulu toplantısına davet edince memnuniyetle kabul ettim.
Gittiğimiz ilk gün denize sıfır olan tesislerde dinlenip akşam da eğlendik. Bu arada çok değerli şube başkanlarıyla da tanıştık.
Ertesi gün sabahı eğitim salonuna girdiğimde disiplinli ve seçkin bir toplulukla karşılaştım. Akşamki spor kıyafetli insanlar gitmiş yerlerine gayet şık giyinmiş, hepside kravat takmış çakı gibi insanları görünce şaşırdım. Hatta biraz da utandım. Çünkü ben tatile gidiyorum diye sadece bir deri ceketle gelmiştim.
Oraya misafir olarak gitmiştim ama Kazım Bey benden övgü ile bahsedip kürsüye davet edince, bir konuşma yapmak zorunda kalmıştım. Hazırlıksız olduğum için deri ceketimi bahane edip söze ''Sizler karşımda Birleşmiş Milletler genel kurul delegeleri gibi gayet şık otururken ben kamyon şoförü kıyafetiyle karşınıza gelmekten mahcup oldum. Kusura bakmayın!'' deyince salonda gülüşmeler oldu ve böylece sıcak ve samimi bir ortam oluştu. Bu sayede konuşmam resmi kalıptan çıkıp sohbet havasına girdi.
Tabii ki oradaki tüm konuşmayı, daha doğrusu sohbeti bir köşe yazısında anlatmak mümkün değil. Bu yüzden sadece bazı alıntıları aktarmak istiyorum.
-----------------
''Sizler, gördüğüm kadarıyla '68 Kuşağı' mensubusunuz. 68 Kuşağı sıradan bir kuşak değildir; nitelikli bir kuşaktır. Bu kuşak 1960'lı yılların ikinci yarısında, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de önemli devrimlere imza atmış ve radikal değişikliklere sebep olmuştur. Türkiye'nin gelişmesi ve değişmesi konusunda 68 Kuşağının katkısı çok önemlidir. Bu kuşak adeta Türkiyeyi Ortaçağdan uzay çağına taşımış bir nesildir. Bu özelliği ile tarihteki yerini de alacaktır. Sizler de bu kuşağın mensupları olarak bundan gurur duymalısınız!''
-------------------
''Sizler sakal bıraksaydınız muhtemelen şimdi ak sakallı olacaktınız. Eskiden sizin yaşlarınızdaki, ak sakallı kişilere 'Bilge kişi' denirdi. Başı sıkışan herkes gidip bu bilge kişilere akıl danışırdı. Ak sakalınızın olmaması sizin bilge kişi olduğunuz gerçeğini değiştirmez. Sizler yılların birikimi olan bilgi ve tecrübelerinizle toplumu eğitme durumundasınız. Tecrübe deyince, yeni duyduğum bir Fransız özlü sözünü sizinle paylaşayım: 'Tecrübe zalim bir öğretmendir; önce imtihan eder, sonra öğretir!' Bu yüzden tecrübe çok önemlidir ve sizde yeteri kadar vardır. Bunu heba etmemeniz ve insanlarımızın istifadesine sunmanız milli bir borçtur. Toplumumuzun bu gün en önemli ihtiyacının eğitim olduğu yadsınamaz. Daha 200 sene önce İsveçlilerin kölesi olan fakir ve cahil Finlandiyalıların, tek kurşun atmadan, sırf eğitim seferberliği sayesinde bu gün dünyanın en müreffeh ve en demokrat milletlerinden biri olduğunu unutmayın. Bu örnek çok önemlidir ve nitekim eğitime çok önem veren Atatürk bu konuda yazılmış olan 'Beyaz Zambaklar Ülkesinde' isimli kitabı çok beğenmiş ve ders kitabı olarak okullarda okutulması talimatını vermiştir.''
--------------------
Toplumumuzda 'emekli' deyince, artık üretici sınıftan tüketici sınıfa geçmiş, ekonomiye katkısı olmadan geçinen insanlar akla gelmektedir. İşin tuhafı emeklilerin bizzat kendileri de bunu kabullenmiş görünmektedir. Halbuki bu yanlıştır. İnsanlar sadece çalıştıkları işten emekli olurlar; hayattan değil! İsterlerse bilgi ve tecrübe birikimlerini değerlendirerek üretmeye devam edebilirler. Kristof Kolomb'un Amerikayı keşfettiğinde 60 yaşında olduğunu, Mimar Sinan'ın Süleymaniye Cami'sini 70 yaşında, Selimiye Cami'sini bitirdiğinde 92 yaşında olduğunu ve Bertrand Russell'in 80 yaşında Nobel ödülü aldığını unutmayalım! Bunlar sadece birkaç örnektir.''
-------------------
''Şimdi gelelim zurnanın 'zırt' dediği yere; yani emekli maaşlarına.. Bu konuda çok dertli olduğunuzu biliyorum. Çünkü maaşlarınızla geçinemiyorsunuz.. Aslında belki kanaat edeceksiniz ama bazılarının kaynaklarımızı oluk oluk sömürmesine isyan ediyorsunuz. Devletin kaynakları adaletli dağıtılsa bize de insanca yaşayacağımız bir pay düşer diyorsunuz haklı olarak..
Şimdi aklıma geldi de; çocukken yaşadığımız bir anekdotu anlatayım: 'Bizim köyde o zamanlar hortum, boru gibi şeyler henüz yoktu. Bahçemizi sulayacağımız zaman, köyün üstündeki yamaçta bulunan su kaynağı ile bahçemiz arasında kazma ile bir ark açardık. Sonra yukarıdan suyu salıp aşağıdaki bahçemize gelmesini beklerdik. Ama su gelmezdi veya çok az gelirdi. Bunun nedenini araştırmak için ark boyunca gittiğimizde; suyun köstebek deliklerine kaçtığını görürdük. Ancak bu delikleri tıkadıktan sonra su bahçemize gelirdi.'
İşte devletin suyu da sizin maaşlarınıza ulaşıncaya kadar köstebek deliklerine kaçtığından, size çok azı ulaşıyor. Yapmanız gereken şey köstebeklerle mücadele etmektir. El birliği ile bunu başarabilirsiniz. Çünkü çok güçlü bir derneğiniz var.''
-----------------------
Değerli okuyucular, burada size bir sohbeti aktardım gibi görünüyor ama esas amacım elbetteki sadece sohbet etmek değildi.. Emeklilerin ciddi ekonomik sorunlarını vurgulamak da değildi...Ya ne idi? Emeklilerin mevcut potansiyel enerjilerinden faydalanma konusunu ortaya koymaktı..
Bunu şöyle açayım: Bu gün ülkemizde 10 milyon emekli vardır. Ve bunların hepsi de yılların süzgecinden geçmiş tecrübeli ve birikimli insanlardır. Ortadaki bu muazzam potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çevirmek ülke kalkınmasında güçlü bir itici güç olabilir. Ama maalesef, toplumumuzda artık bunların üretime katkısı olmaz düşüncesi hakimdir. Bu nedenle kendilerine hak ettikleri değer verilmemektedir. Çünkü nasıl değerlendirilecekleri henüz bilinmemektedir. Tıpkı eskiden bazı şeyleri değerlendirmeyi bilmediğimiz ama sonradan öğrendiğimiz gibi.. Örneğin, eskiden enerji sıkıntısı çektiğimiz halde, akan sudan, rüzgardan ve güneşten enerji üretmeyi bilmediğimiz ve fakat bunu sonradan öğrenip değerlendirdiğimiz gibi..
Şimdi yazının başlığına dönüyorum: İnsan ne zaman emekli olur? El cevap: İnsan maaş aldığı yerden emekli olur ama bu gerçek emeklilik değildir. Gerçek emeklilik insanın kendini üretimden tamamen soyutladığı zaman olur. Tabiat kanunlarında bunun karşılığı hayattan kopmadır. Halbuki insanların en önemli görevi yaşamlarını sürdürmeleridir.
O halde; yaşamak için üretmeye devam!.