Hayat öpücüğü vermekten imanım gevredi yeminle. Hayır, dünyayı kurtaran herhangi bir adam olamayacağına göre, insanlığı da ben kurtaracak değilim herhalde. Böyle bir düşünceye kendimi kaptırmam, bunun olabileceğine inanmam çocukluğuma denk gelen masal kahramanı Polyanna’nın yüzünden diye düşünüyorum. Masal seçiminde belli ki yanlış yapmışım. Cadı Siila’yı okusaydım, onu örnek alabilirdim kendime, bu devrin masal kahramanı ne yazık ki o.
Fitne fesat düşüncelerle beynini çürütenler mi dersiniz, bacak arasından hüküm verenler mi dersiniz, kendi pisliğinde kokuştukları yetmezmiş gibi, bir başkasının mahremiyetine çullananlar mı dersiniz. Yaz yaz bitmez, ne kadar birikti, ne kadar taştı, alın işte açtım muslukları.
İşin daha da ilginci ne biliyor musunuz? Hiç kimse üstüne alınmıyor yaşattığı yaşadığı kepazeliği, sanırsın ki sütten çıkmış ak kaşık herkes. Kendi hayat sınavlarında cebelleştiklerini unutuyorlar, bir başkasının yaşamını büyüteçle inceliyorlar. Onların gözü kulağı var da benim yok mu (?) ben de görüyorum elbette , ben de duyuyorum, bana bulaşmayana ben de bulaşmıyorum, bulaşana da kusura bakmasın hiç kimse kusuyorum öfkemi kardeşim, elimde değil herkesin salağı bir tek ben miyim yani!!!
Hangi sosyal çevrede olursan olsun, akrabalık derecen ne olursa olsun, özellikle de kalenin içindekiler oyuyor birbirinin canını, ecdadımızda olduğu gibi en büyük düşmanlıklar kan bağı en yakın olanlarda baş gösteriyor. İçeride, yani kalenin içinde bunca vahim olay yaşayınca, dış kapının mandalı olanlara daha bir sevecen bakıyorsunuz. Hoş, onlarında ayaklarından asılacak olanları bir hayli fazla olsa da acıtmıyor canı kalenin içindekiler kadar.
Onlarca örnek yaşanmasına rağmen, neden öteleyemiyor insan canına basanları dersiniz? Neden bizler de onları kendi silahlarıyla vurmuyoruz, üstelik harcanmamış cephaneliğimiz onlarınkinden fazlayken. Kişi kendini nasıl bilirse karşısındakini de öyle görürmüş ya hani, benimkisi ondan. Hiç bir yaratığın bu denli acımasız olabileceğini düşünemememden kaynaklı sanırım birazda.
Neden insanlar birbirlerini aşağıya çekmek ve boğazlamak için fırsat kollar, bunun cevabını hepimiz biliyoruz. Kıskançlık denilen o illet duyguyu icat ettiğimizden beri, al aşağıya edebilmek için var gücüyle çabalayanlar, kazandıklarını sandıkları her zaferin bedelini en ağır biçimde ödediklerinin farkına çok geç varıyorlar. İşte o aradaki zaman farkı, alıp götürüyor birçok şeyi ve gönülden düşenler için ediliyor vedalar.
Biraz fazla şeffafım galiba, mesela ağzımda bakla falan ıslanmaz benim çünkü içi dışı bir olan sıradan bir yolcuyum hayat yolunda payıma düşen yaşanmışlıkları saklamanın manası yok diye düşünüyorum. Kendimi kasmaya ne gerek var, her yolcunun uğradığı duraklardan geçiyoruz hayata. İşte bu yüzdendir ki mutluluklarım kadar mutsuzluklarımı da paylaşırım, düşünmem hiç nereleriyle güleceklerini. Canımı yakmak için çirkinleşenleri bilirim bilmesine de yine de kondurmak istemem inanırım samimiyetsizde olsalar. İnsanların içini okumak gibi bir özelliğim olmakla birlikte, bile bile lades dediğim ilişkiler kurar ve o ilişkilerden en ağır hasarla çıksam da yine de vazgeçmem, bir umutla nadasa yatırırım. Peki, niye böyle yaparım, niye hak edenin ipini vaktinde çekmem, sadist miyim ben, niye olacak insanlık ölmesin diye.
Her gün kılınan cenaze namazında saf tutanlara inat, insanlığa kan bağışı yapan bir ben değilimdir herhalde. Benim gibi düşünenler ve benim gibi sırtından bıçaklananlar varsa ki var eminim vazgeçmesinler insan olmaktan, vazgeçmesinler ki öldüremesinler insanlığı.
Gözü dönmüş yaratıklar çoğalmakta her yeni günde. İçimize kaçan şeytana tapar olduk ya hani nasılsa günahı satabileceğimiz bir bahanemiz var. Kendimizi aklayabiliyoruz şeytanımız sayesinde.
O bilindik hikâyeyle konuyu uzatmadan bağlamak isterim çünkü yüreğimden geçenler dilime, dilimde kaleme asılıyor. Hani mücadelesini verdiğime, ölmesin istediğim insanlığa kendim ihanet etmek istemiyorum.
Hikayeye gelince….
Bir çiftlikte barınan koyunlar otlamak için sırayla çitten atlıyorlarmış. Keçiler atlayan koyunlara bakıp gülüşüyor koyunlarla dalga geçiyorlarmış. ”poponuz görünüyor, poponuz görünüyor” bu duruma dayanamayan filozof bir koyun keçilere seslenmiş. “ Heeey keçiler” demiş. Bizim popomuz sadece çitten atlarken görünüyor ama sizin ki hep meydanda.