Tayyip Erdoğan karşısında peş peşe sekiz seçim kaybeden muhalefet, kırmızı görmüş boğa misali Tayip - Sandık - seçim kelimelerini duyduğu vakit, fabrika ayarları bozulmuş makine gibi karışık sesler çıkartıyor.
‘Tayyip olmaz’ diyorlar. Ne Kılıçdaroğlu, ne de Bahçeli, kazanma şansı olmadığı için ortaya çıkamıyorlar. Geçerli bir sebepleri olmadığı içinde, ‘İstemezükçü’ durumuna düşüyorlar.
‘Partili Cumhurbaşkanı olmaz’ diyemiyorlar.
Geriye doğru bakıldığında, Atatürk (1923) dâhil, İnönü(1938), Celal Bayar (1950), Turgut Özal(1989), Süleyman Demirel(1993) örnekleri var.
Kaldı ki, bu sefer yetkili halk. Meclis aritmetiği ya da iktidar + Asker işbirliği de değil.
Demokrat ya da Cumhuriyetçi değil diyemiyorlar. Çünkü, bunun ölçüsü belli değil. Demokratlığın ölçüsü, partili, parlamento içinden ya da dışarıdan çatı adayı olmasıyla kaim değil. Cumhuriyetçiliğinde.
Önemli olan, seçilen Cumhurbaşkanının, Koalisyon ve ya Tek başına iktidar olan partinin, olası “Anayasa’ya karşı bir girişimine, tek başına, Anayasa’dan aldığı güçle karşı koyabilir olması”
Bu açıdan baktığımızda, Tayyip Erdoğan için cevap olumlu. ‘Evet, karşı koyar.’
Tartışılan bir konu ise, Türk siyasi hayatında ilk defa, halkoyu ile seçilecek Cumhurbaşkanı’nın, mevcut yetkileri kullanıp kullanmayacağı ve ya mevcut yetkilere yenilerini katıp katmayacağıdır.
‘Yapılacak seçimde, yarı başkanlık sistemi oylanacaktır’ açıklamaları göstermektedir ki; Mevcut yetkilerin üzerine yenileri eklenecektir.
Yarı başkanlık sisteminden anladığım, bize özgü bir sistem yaratılacaktır.
Tayyip Erdoğan, seçildiği takdirde, mevcut Cumhurbaşkanının kullanmadığı yetkiler dışında, Başbakan’ın da yetkilerinin yarısını kullanacaktır.
‘Türk Usulü’ Yarı Başkanlık Sistemi, bana göre böyle olacaktır.
Halkoyu ile seçilecek Tayyip Erdoğan’dan kimse; Japonya Devlet Başkanı (İmparator) ve ya Lüksemburg Devlet Başkanı (Grandük) beklentisinde olmamalıdır.
Bu karizma ile; Türkiye ziyareti esnasında, Türkiye’nin İçişlerine müdahale eder konuşan Alman Cumhurbaşkanı’na( Gauck) ‘Eski Rahip Bozuntusu’ demekten çekinmeyip O‘na geri adım attırmıştır.
Erdoğan’ın, Danıştay kuruluş yıldönümü toplantısında, Barolar Birliği Başkanı’na ‘yalan söylüyorsun’ deyip, salonu terk etmesi bir yetki savunması ve duruş göstergesidir.
Her türlü Vesayet’e karşı çıkıp, Yeni Türkiye için kararlı duruş sergileme cesaret ve yeteneğini bu güne kadar gösterdiği gibi, bundan sonra da göstereceğine inananların sayısı her gün artmaktadır.
Diğer taraftan Muhalefet’in ‘Çatı Adayı’ arama ihtiyacı, Türkiye için yeni ve güzel bir gelişmedir.
Yarı Başkanlık sistemine geçişteki bu arayış, ileriki yıllarda, CHP ve MHP’nin birleşmesi hatta bunlara bazı küsurat partilerinde katılımıyla bir güç oluşması sağlanabilir.
Bu Muhalefet Partilerinin, bir Bölge Partisi olmaktan çıkıp, Türkiye Partisi olmasını da sağlayacaktır.
Son Yerel Seçimde bazı Büyükşehir ve Küçük İllerde bu denenmiş, kısmen de olsa başarı sağlanmıştır.
‘Parti enflasyonu olan bir Ülke’den, iki partinin çekiştiği bir Ülkeye dönmek, siyasette istikrarın kalıcı olmasına destek olur.
Ekonomik gelişme, Hak ve Özgürlüklerin artması, Siyasi İstikrar için, yapılması gerekenlerden kaçılmamalıdır.
Görülen odur ki, yapılacak olan seçimde, yine Muhalefet’in aday ya da adayları kaybedecektir.
Bu, Muhalefet tarafından, yine bir bahane ile kabul edilmeyecektir.
CHP’nin, son seçimin kaybedilişini yönetim kurulu üyelerine bağlayıp, değiştirmesi gibi…
Türkiye 1980 - 90’ların Türkiye’si değil. % 80’lerde olan Köylülük nüfusu, bu gün % 25’lere düşmüştür.
Kimileri Cübbeli vesayetten, eski Türkiye kalıntılarından, gezi olayları ve 17 Aralık kalkışmalarından medet umabilir.
Ancak; Yeniçeri ağzı ‘İstemezük’ ve ‘Silkele Avcı düşecekler’ devirleri geride kaldı…