KEMAL KILIÇDAROĞLU VE CHP

Abone Ol
KEMAL KILIÇDAROĞLU VE CHP
 
CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile bir dönem arkadaşlığımız olduğu için kendisini kamuoyundan, hatta bir kısım CHP'liden daha iyi tanıdığımı düşünüyorum. Uzun yıllar CHP ile ilgilendiğim için  CHP'yi de iyi tanıdığımı iddia ediyorum. Bu nedenle, bu günkü yazımda  Kılıçdaroğlu ile CHP'nin uyumunu irdelemek istiyorum.
Sayın Kılıçdaroğlu ile nereden tanıştığımı sorarsanız; kendisi ile tanışmamız ve dostluğumuz aynı dönemde genel müdürlük yaptığımız 1990'lı yılların son çeyreğine denk düşer. O yıllarda Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürü, ben de Barutsan A.Ş Genel Müdürü idim. Bu nedenle de yollarımız zaman zaman kesişiyordu. Bizi tanıştıran müşterek dostumuz, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Grup Başkanı Mahmut Yalçın sayesinde de samimiyet kurmuştuk. Hatta, yine müşterek dostumuz, zamanın TKİ Genel Müdürü Yusuf Çebi ve rahmetli Aşık Mahsuni'nin de bulunduğu dostlar meclisinde, müzik ziyafeti eşliğinde çok da güzel muhabbetlerimiz olmuştu.
O yılları göz önüne getirdiğimde size Kılıçdaroğlu'nu şöyle tarif edebilirim: Bir kere çok ciddi ve ağırbaşlı bir devlet memuru ve bürokrat idi. İşini iyi yapan ve son derece dürüst bir kişiliği vardı. Ciddi görünüşünün yanında dost meclislerinde sohbeti seven güler yüzlü bir insandı.
Bunlar Kılıçdaroğlu'nun artıları..Ama her insan gibi onun da eksileri vardı tabii..Bu eksilerin  kişiliğinden ziyade politikacı kimliği ile alakalı olduğunu da söylemeliyim. Bir kere kişilik olarak çok da sosyal biri olduğu söylenemezdi. Bu yüzden de arkadaş çevresi o kadar da geniş değildi. Politikaya yatkın bir yapısı da yoktu. Politikanın içinden gelmediği için politikacılığı da iyi bilmezdi.
Fakat zaman içinde bir de baktık ki Sayın Kılıçdaroğlu önce CHP milletvekili; sonra da CHP Genel Başkanı oldu!. Ama daha politikayı doğru dürüst öğrenemeden, Defacto bir durumla CHP'ye genel başkan da oldu. 
Genel başkan oluşu bu partiye ne kazandırdı ne kaybettirdi; mevcut duruma bakarak bunu bir değerlendirelim isterseniz..
Bir de ben uzun uzun yazmayacağım; ülkemizin durumu malum. Dış politikada tarihimizde olmadığı kadar çuvallamışız. Suudi Arabistan ve Katar'dan başka dostumuz kalmamış. Zaten onlar da tamamen Amerika'nın uşağı durumunda. Amerika isterse bir gün de dostken düşmana dönüşürler. Bunlarla yapılan ittifak tamamen Sünni ittifak olup tüm dünyada tepki çekmektedir. Zaten bu ittifakın bir işe yarayacağı da yoktur. Ülkemiz diken üstünde. Her an savaşa girebiliriz endişesi var. Bir haftada Şam'daki Emevi Camisinde namaz kılacağız diye palavra atanlar şimdi Rus korkusu nedeni ile Suriye sınırına bile yanaşamıyor. Suriye'deki Türklere ve muhaliflere gaz verip Esat'a karşı kışkırtarak başlarını belaya soktuğumuz insanlara artık yardım bile gönderemiyoruz. Bizim terör örgütü ilan ettiğimiz PYD  başta ABD, AB, Rusya ve İran tarafından, dünyanın nefret ettiği IŞİD'e karşı savaştığı için, kahraman ilan ediliyor.
Kısacası, artık dış politika da yalnızız ve prestijimiz yerlerde sürünüyor. Türk milleti bu onursuzluğu hiç de hak etmiyor.
    Dış politika böyleyken içeride neler oluyor? Rus uçağını düşürdükten sonra ihracatımız ve turizm gelirlerimiz radikal derecede düştü. Zaten bozuk olan ekonomimiz çok büyük bir darbe yedi. Yabancı yatırımcı ve turist artık Türkiyeyi güvenli bulmadığı için gelmek bile istemiyor. Bir de buna  üç milyona yakın sığınmacıyı, yani soframıza ortak olan insanları da eklerseniz ekonomimizin durumu hakkında daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Ayrıca,din tüccarlığı, yobazlık ve hırsızlık almış başını gitmiş; bunu da unutmayalım.
    Terör de azmış durumda. Güney Doğuda adeta bir iç savaş var. Türkiye bölünme tehlikesi ile karşı karşıya. Etnik çatışma habire körükleniyor. Allah korusun bir kıvılcım bunu başlatabilir.
    Hal böyleyken, İktidar ve Cumhurbaşkanı başkanlık sistemi peşinde. Basın özgürlüğünde dünyada en sonlarda geliyoruz. Kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmamış. Atanan milletvekiller (genel başkan vekilleri demek daha doğru olur!) neye oy verdiklerini bile bilmeden liderlerin bir işareti ile parmak kaldırır hale gelmiş. Yani kuvvetler ayrılığının yasama ayağı işlevsizleştirilmiş. Yargı ayağına gelince; yargı iktidarın emrine girmiş. Bunu sadece ben söylemiyorum; dostum olan yüksek yargı organlarının üyeleri özel sohbetlerimizde aynısını söylüyor.
    Peki, ülkemiz içeride ve dışarıda böyleyken muhalefetimiz ne yapıyor? Hep iktidarı eleştiriyoruz ama muhalefet acaba görevini yapıyor mu? Onların hiç mi suçu yok?  Bırakın iktidara alternatif olmayı; iktidara dur diyebiliyor mu? Ülke neredeyse savaşın eşiğinde; muhalefetin bu konuda etkili bir tepkisini gören var mı?
    MHP ve HDP'yi saymıyorum. Zira, HDP'nin durumunu zaten biliyorsunuz. Ama MHP'ye ne demeli? Bahçeli Cumhurbaşkanına ve hükumete en sert eleştirileri yaparken onların en zor zamanlarında imdatlarına Hızır gibi yetişerek adeta koltuk değnekliği yapmıştır. Dolayısıyla ülkenin bu günkü durumundan en az iktidar kadar sorumludur! Ben şahsen Bahçeli'nin iktidarın gizli ortağı olduğundan şüphelenmiyorum değil!.
    O zaman bu durumdan şikayetçi olan vatandaşlarımız kurtuluşu kimden bekleyecek? Geriye bir tek CHP kalıyor. En azından Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, laikler ve yüzünü batıya çevirmek isteyenler CHP'ye güvenmek istiyorlar. Ve bu nedenle de onu güçlendirmek için habire gayret sarf edip duruyorlar. Ama duruma bakılırsa CHP güçlenmek şöyle dursun; neredeyse kendi kendini hırpalamak ve dağıtmak için uğraşıyor.
    Bana göre, Türk milleti benim tabirimle liderkoliktir. Onun içindir ki hep lidere bağımlı yaşadığımızdan tarihte 16 büyük devlet kurmuşuz ve tabii ki 15'ini de yıkmışız! Bu demektir ki kuvvetli lider geldiğinde peşinden gidip devlet kurmuşuz; ama zayıf lider geldiğinde de dağılıp devleti yıkmışız. Bu durum partiler için de geçerlidir. Yani partilerin başarısı veya başarısızlığı tamamen liderin performansına bağlıdır. Tabii ki bu durum CHP için de geçerlidir.
    Demek istediğim şu: Yukarıda saydığım kesimlerin güvendiği, daha doğrusu güvenmek istediği CHP'nin bu günkü zaafının gerçek nedeni lider sorunudur. Zira Kemal Kılıçdaroğlu, Türk milletinin beklediği liderlik kriterlerini ve karizmasını taşımadığı için gerçek anlamda lider olamamıştır. Bu nedenle de büyük hatalar yapmıştır; veya yaptırılmıştır. 
   Bunu biraz açayım.
   Yukarıda da söylediğim gibi, Kemal Kılıçdaroğlu'nun zaten politik bir tecrübesi olmadığı gibi yapı olarak politikacılığa yatkın birisi de değildir. Beklenmedik bir zamanda ve hazırlıksız genel başkan oldu, ve olur olmaz da kendisini kerametleri kendilerinden menkul CHP'li politika kurtlarının arasında buldu. Zaten CHP'yi halktan koparmış olan bu kurtlar Kılıçdaroğlu'nun acemiliğinden yararlanarak ona çok büyük yanlışlar yaptırmışlardır. Burada Kılıçdaroğlu'nu da suçlamıyorum. Kendisinin zaten politikaya yatkın olmadığını söylemiştim. O nedenle, başlangıçta yılların politikacılarına iyi niyetli olduğu için inanmak zorunda kalmış olabilir. Ama zamanla bu hataları gördükçe düzeltmesi gerekirdi. Aksine, yine bazı kurmaylarının kendi çıkarları yönünde kullanmak istemesi nedeniyle, kökten gelen gerçek partilileri uzaklaştırıp, partiye Bremen Mızıkacıları gibi her telden çalan insanları doldurdu. Örneğin,bir milletvekili çıktı, ''Ben Atatürk Devrimlerinin bekçisi değilim'' dedi, hop! partinin oyu birkaç puan düştü. Bir diğeri mezarlıktaki ''Ölümü herkes bir gün tadacaktır'' yazısı için ''bundan nefret ediyorum'' dedi, halkta yine bir tepki.
   Hele şu yakınlarda olanlara bakınız: Mecliste bir milletvekilinin odasında Atatürk'ün portresinin indirilmesi ile ilgili gelişen olanlara ne demeli! AKP ne kadar uğraşsa CHP'ye bu kadar zarar verebilir mi? Yine, bir milletvekili mecliste kürsüye çıkıyor ve ''Biz Allah'tan korkmuyoruz'' diyebiliyor, ve sonrada bunu düzeltmiyor. Tabii ki bu gün seçim olsa bu konu nasıl kullanılacak Allah bilir!.
   Örnekler çoğaltılabilir ama son olarak; parti sözcüsü Selin Sayek Böke'nin Hristiyan olduğu ortaya çıkıyor. Tabii ki Hristiyan da olabilir ve buna büyük saygı da duyarız. Ama burası Türkiye ve Türk halkından oy isteyeceksiniz. Gelecek seçimde dincilerin bunu nasıl kullanabileceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek var mı? O zaman, eğer iktidara gelmek istiyorsanız ve bunun için bu halktan oy isteyecekseniz bu gibi hassas konulara dikkat etmeniz gerekir. Selin Sayek Böke'den bir milletvekili ve ekonomist olarak yararlanın ama parti sözcüsü yapıp ön plana çıkarmak da neyin nesi? Nerede yaşıyorsunuz, halkımızın henüz buna hazır olmadığını bilmiyor musunuz ve bu halkı iyi tanımamakta neden ısrar ediyorsunuz?
   Sonuç olarak; CHP böyle giderse halkın umudu olmaktan çıkar. Ülke de AKP ve Cumhurbaşkanının kontrolsüz politikaları nedeniyle daha fazla sıkıntılara girer. Ama unutulmasın; bu partiye yıllarca oy verenlerin artık sabrı taşmak üzeredir. Ben eminim, eğer Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve laik bir alternatif parti kurulursa; CHP'nin altı bir anda boşalabilir. Halk daha fazla bu partiye mahkum değildir!  Herkes aklını başına almalıdır.
   Bu arada, Kılıçdaroğlu'nun iyi niyetinden şüphe yoktur. Etrafındaki ayrık otları ayıklanırsa biraz daha başarılı olabilir.  Ama bu bir çözüm değildir. Zaten bunu yapamaz zira onlarla bütünleşmiştir. 
   Dolayısıyla partinin en önemli sorunu lider sorunudur. Bilindiği gibi, liderlik vasıfları doğuştan gelir; zorlamakla lider olunmaz! Bu nedenle, bu saatten sonra, partiyi devlet memuru zihniyetiyle yönetmeye çalışan, Kılıçdaroğlu'ndan lider olmaz! Bunu kabul etmek kaçınılmazdır.
   Çözüm; Kılıçdaroğlu'nun yerine, partinin başına lider kriterleri taşıyan, Türk halkının özlediği karizmatik bir liderin getirilmesidir. Özgür bir ortamda ve özgür bir genel kurulda böyle bir lider ortaya çıkabilir. 
   İşte sorun da bu ya!