KENDİ ELLERİMİZLE!

Abone Ol
Gezip görme olanağı bulduğum iki şehirden iki ayrı yaşam şeklini örneklemek istiyorum.
Fransa’nın başkenti Paris, merkezden dışa doğru oluşan bir sarmal şehirdir. Yirmi bölgeden oluşan bu sarmal, toplumsal statüde insanı sınıflandıran ve ona göre konumlandıran bir ayrımcılık düzenidir! İnsanı şeyleştirir!
Ücreti bütçemize uygun diye aynı otelin üçüncü bölgedeki yani merkezdeki şubesinde değil de on yedinci bölgedeki şubesinde kalmayı yeğledik. Akşam saatlerinde caddelerde bir tur atıp dolaşmak istediğimizde bunun olanaksız olduğunu gördük! Hem ırk farklılığı hem de yoksulluklarıyla Paris’in merkezine giremeyen insanların bulunduğu caddelerde dolaşmak can ve mal güvenliği için olanaksızdı! Polis bile giremiyordu buralara!
Anlı, şanlı Paris, gettolaşmıştı!
...
Amsterdam, Hollanda’nın kuzeyinde bir özgürlükler şehridir! Değişik zamanlarda birkaç kez gezdiğimiz Amsterdam’da ilk dikkatimi çeken şey, şehrin yaşam alanlarına müdahil olunmamasıydı!
Yüzlerce öğrencinin okuduğu bir okul, hayat kadınlarının çalışma yeri olan genelev, büyük bir kilise ve polis kontrolünde esrar içmenin serbest olduğu kafe aynı cadde üzerindeydi! Büyük bir deri giysi mağazasının bitişiğinde gösterişli bir sexshop, hemen bitişiğinde insanların ayaküstü bir şeyler yediği pastane... Bu örnekleri çoğaltmak o kadar mümkün ki!
Amsterdam’da insanlar, ırklarına, dillerine, inançlarına, tercihlerine, banka cüzdanlarına ve giysilerine göre sınıflandırılmıyor!
Amsterdam’da yaşamın bütün renklerini aynı anda görebiliyor ve insanların mahalle baskısı denen şeyi yaşamadığına tanıklık ediyorsunuz!
Hollandalılar bunu iki şekilde başarmış; 1-Demokratik eğitim (Örgün ve Yaygın eğitim), 2-Etkin ve ödünsüz denetim!
...
Kıssadan hisse;
1-Paris’te paranız kadar yaşarsınız! Beşinci, altıncı bölgelerden sonrakilerde yaşıyorsanız kendi dukalığınızı kurabilirsiniz! Çete kurar, istediğinizi yaparsınız! Polis bile yaşadığınız semtlere korkuyla girer ya da yalnızca gündüzleri girebilir! Gettolaşma ve varoş kültürü bütün acımasızlığıyla sürer!
2-Amsterdam’da sizin paranızın, ırkınızın, yaşam tercihlerinizin sizden başka kimseyi ilgilendirmediğini görür ve yaşarsınız! Herkes, herkese saygılı ve hoşgörülüdür! Çünkü orada gettolaşma, varoş kültürü ve paranın acımasız egemenliği yoktur!
 
Bütün Bunları neden yazdım?
Yeniden modern yapılanmasıyla gözle görünür bir yol almış olan Çaycuma’da kimi esnafın şehrin dışında bir yerlere toplanıp konumlandırılması konuşuluyor! Net ve kesin söyleyeyim; bu dönüşü çok sakıncalı olacak bir yanlıştır! Umarım sağduyu egemen olur da cayılır!
Madem yürüyoruz, yönümüz Amsterdam’a doğru olsun!
 
BİZ KAZANACAĞIZ DEMİŞTİM!
Sonuç ne olursa olsun biz kazanacağız! Çünkü biz halkız, çünkü biz haklıyız! Öyle ya da böyle bu halk canı sıkıldıkça yolunacak bir kaz olmadığını hem kendi görecek hem de size gösterecek!
Elbette hukuk işleyecek! Yaşananlara sessiz kalmayacak! Bunu hep birlikte göreceğiz. Hukuk işlemezse toplumun o şaşılası sağduyusu işleyecek. Biz kazanacağız; görün bunu! Hasar büyümeden, yeniden yılları kaybetme riskini almadan görün!
 
KORONA GÜNLERİNDE AKRABALIK!
Sınıf temelli düşündüğümü çokça söylerim bilirsiniz. Üretim toplumu, tüketim toplumu ve yarattığı insan tipini ikide bir yazarım. Buradan yola çıkarak söyleyeceklerim var!
Ben, kapitalist toplumun tüketim ilişkilerinin akrabalık olarak adlandırdığımız dayanışmacı yapıyı yok ettiğini, insanın başı kesilmiş tavuk gibi karlar üzerinde debelendiğini görenlerdenim.
Ağabeyiniz, ablanız, yeğenini, enişteniz, teyzeniz, kuzeniniz vs. sizden yararlanabildiği, çıkarını sizden karşılayabildiği kadar yakınınızdadır!
Tüketim toplumu, nokta kadar çıkarı için takla atarken, kan bağı, can bağı falan-filan tanımaz! İlk durakta sizi terk eder, eskiciye mandal fiyatına satar!
Bu toplumda ayakta kalabilmek için iki şeyden birine mutlaka sahip olmalısınız; 1-Para, 2-Dost! Sizi ayakta tutan; dostluklarınızdır! Paranızı yitirebilirsiniz ama dostlarınızı yitirmezsiniz!
...
Gördük ki “Korona Günleri”nde para da bir şeye yaramıyor! Koronavirüs, öylesi eşitlikçi davranıyor ki camiyle meyhaneyi, bankayla viraneyi, koltuk sevdalılarıyla sokaktaki yurttaşı eşitledi!
Koronavirüs, herkese haddini (sınırını) bildirdi! Karl Marks ve Friedrich Engels briket kalınlığında kitaplar yazıp anlatamadı ama bir koronavirüs geldi, “Ölüm varsa mülkiyet yoktur!” dedi ve bunu herkese öğretti!
Daha önce yazmıştım, insan iki şey karşısında yalnız ve eşittir; 1-Aşk, 2-Ölüm! Şimdi inandınız mı bana?
Koronavirüs bizi ölümde eşitledi! İşin şakaya gelir yanı yok ama bizim bunları görebilmemiz için koronavirüsün gelmesi gerekiyormuş!
Haydi iki muska yazın da virüsü yok edin! Haydi, “Eey koronavirüs!” diye efelenin! Haydi şu banka cüzdanınızı açın da iki temiz nefes satın alın! Haydi o koltuk aşkınızın yansıması olan emirlerinizi verin de birlikte kurtulalım!
Haklısınız! Hayvan terli; yemiyor!
 
KİTAP OKUYUN!
Ben öyle yapıyorum! Şiirler, öyküler, romanlar, dergiler, kuramsal kitaplar hatta sözlüklerle baş başa keyif çatıyorum! Siz de öyle yapın! Kütüphane sizi bekliyor; gidin, iki kitap alın, tutsaklığınızı fırsata çevirin!
Koronavirüs gelip sizi alırsa giderken geri bakmayın; sizi kimse kurtarmayacak! Siz bugüne dek kimi kurtardınız da sizi birinin kurtarmasını bekleyeceksiniz? “El müflis min-el dıplak!
Güle güle insan! Güle güle türdeşim! Ölüm varsa mülkiyet yok! Geride bıraktığın paraları yiyen bir mirasyedi çıkar; küşüm etme! 
Şaka şaka; korkma! Aşağıladığın, hor gördüğün, emeğini sömürdüğün, coplattığın bilim insanları, virüsün anti-virüsünü bulur yakında! Sen de bu uğursuz korkudan kurtulup eski günlerine dönersin!