Keser döner

Abone Ol

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da, onu kayıtsız şartsız destekleyen kitleyi de anlamakta zorlanıyorum gerçekten… Ancak aklıselimin kaybolduğu bir cinnet haliyle açıklanabilecek bir durum var ortalıkta… Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayan herkesi düşman olarak gören ceberut bir iktidar yönetiyor ülkeyi… Kendilerine yönelen en küçük itirazı kaba kuvvetle bastırmaya çalışan zorbalık, devlete hepten egemen oluyor… İktidarın yapmak istediklerine “hayır” demek, karşı çıkmak en büyük suç oldu bugünlerde… Bu ülkenin başbakanı, halkını kamplara bölüyor… Menderes gericiliğinin icat ettiği “Vatan Cephesi” gibi oluşumlara giderek halkı birbirine düşürmeye çalışıyor… Bu ülkenin başbakanı önüne gelene, istediği gibi hakaret etmeyi, ağzına geldiğini aklına geldiği gibi söylemeyi marifet sanıyor… Saymakla kalmıyor bunun hakkı olduğunu düşünüyor…

 

Hadi Başbakan öyle, ya onu kayıtsız şartsız destekleyen sallabaşlara ne demeli? Kendisi gibi düşünmeyen herkesi aşağılayan kibirli tavra, ötekileştirdiği gençlere gadri varmış gibi saldıran vanddalığa, halkın elinde son kalmış ağaçlıkları rant alanına çevirmek isteyen paragözlüğe yüksek sesle itiraz edecek bir Allah’ın kulu da mı çıkmaz koskoca AKP’nin içinde? Sanal alemde halka şirin görünmek için kahramanlık yapanların attığı mesajların gereğini yapması neden bu kadar zor, şaşırıyor insan… AKP’ye gönül verenler az buçuk gönül gözünü açıp da, “Sayın Başbakanım, bu insanlar ‘Taksim’de son kalan ağaçları kesmeyin’ diyor. Bu anlaşılabilir bir şey de siz ne diyorsunuz? Bu inadınız neden? Bunca zorbalıkla topçu kışlasını yapacaksınız da ülkenin başı göğe mi erecek? diyen mangal yürekliden vaz geçtim sağduyu sahibi bir insan da mı bulunmaz…

 

YALANLAR… YALANLAR…

Ya koskoca Başbakan’ın uluorta söylediği yalanlara ne demeli? Hepimiz üzüntü ile izledik, Adana’da eylemcileri kovalayan Komiser Abdullah Sarı üstgeçitten düşerek yaşamını yitirdi. Tüm dünya biliyor bu gerçeği… Ama Başbakan, yalnız ve yalnız halkı provoke etmek için, “Komiserimizi şehit ettiler” diyerek eylemcilerin üzerine suç atmak istiyor. O, şehit komiserin cansız bedeni üzerinden prim yapmaya çalışırken, “Çapulcu” dediği insanlar, Gezi Parkı’nda onun adını bir köşeye vererek hatırasını yaşatıyor. Sormak hakkım, kim gerçek anlamda çapulculuk yapıyor burada? Cami meselesini anlatmaya bile gerek yok. Olaylar sırasında orada bulunan müezzinin, “Burada yaralılara acil yardım yapıldı. Ayakkabılarıyla girenler oldu ama onları da içlerinden birileri uyardı. İçki içen falan görmedim” demesine karşın, tahrik edilmiş bir kitleye karşı “Camiye ellerinde bira şişeleriyle girdiler” son derece sorumsuz bir şekilde… Elinde görüntüler varmış Başbakan’ın… İstanbul’da Molotof kokteyli atan göstericinin yakın çekim görüntüleri bir saat içinde kimliğiyle birlikte dünyaya duyuruldu. Madem bu görüntüler var da, on beş gündür neden yayımlanmıyor? Akıl alacak gibi değil gerçekten…

 

Bayrağın siyaset malzemesi yapılmasına her zaman karşı çıktım. Ülkenin her yanına Türk bayrağı asma yarışını Çetin Altan’ın o güzel deyimiyle “Türk’e Türk propagandası yapma” olarak gördüm ve absürt buldum her zaman... Kişisel fikrim bu iken bayrağıyla gösterilere gelen herkese de saygı duydum… Demokrat olmanın gereği buydu çünkü… Ya Başbakan’ın yaptığına ne demeli? Lafın sırası geldi mi, herkesten daha milliyetçi kendisi… Sorsan, bayrak, en kutsal değer onun için… Yalnızca Taksim’de değil ülkenin dört bir yanında ellerinde Türk bayrağından başka hiçbir şey olmayan insanlara polis inanılmaz bir hırsla saldırır, bayraklar sıkılan tazyikli suyun etkisi ile yerlerde sürüklenirken en küçük bir rahatsızlık duymayan bir şahsın, televizyona çıkıp göstericilerin Türk bayrağını yaktığını söylemesi sözcüğün tam anlamıyla “pes” dedirtti artık… “Kuyruklu yalan” bu kadar olurdu ancak…

 

Hep söylüyorum AKP, neoliberal çağın en vahşi kapitalist partisidir. Din, iman kendi kitlesini “tahkim” etmek amacıyla kullandığı bir argümandır ancak… Kandil gecesinde tüm direnişçiler birbirine kandil simidi dağıtır, “İnançlara saygı gösterelim, bu akşam içki içmeyelim” çağrıları yalnızca parkı değil, tüm dünyayı sararken ya şu ”Türbanlı diye benim bacılarıma saldırdılar” yalanına ne demeli… Gittim gözlerimle gördüm… Yazdım da bunu, alanda kimileri kız erkek el ele halay çeker, kimileri bir köşeye çekilmiş biralarını yudumlarken, içlerinde pek çok türbanlı kadın olan Antikapitalist Müslümanlar, “Mülk Allah’ındır” pankartı altında dua ediyordu huşu içinde… Bırakınız rahatsız etmeyi, yabancılayan gözlerle bile bakmıyordu hiç kimse… Bunca yalanı fütursuzca söyleyen biri, samimi bir Müslüman olabilir mi sizce?

 

Gezi Parkı izlenimlerimi yazarken “Polis Taksim’e giremez” yazmıştım… Hep sağduyunun hakim olacağını, düşünüyordum çünkü… Birilerinin devreye girip Başbakan’a “Dünyada da itibarımızı sıfıra indiren bu gaddarlığa izin vermeyelim. Muhalif de olsa parkta direnenler bizim insanlarımız” diyeceğini zannediyordum… Yanılmışım… Bunlar korkarım ki, onlarca insanı öldürmeyi de göze alacaklar bu gidişle… Gözlerini kan bürümüş çünkü kapıldıkları öfke, ruhlarını saran kibir akıllarını başından almış… Devletin “kahhar” gücünden başka bir şey bilmez olmuşlar, sahip oldukları iktidarın büyüsüne kapılıp, bu mülkün sulatanı ilan etmişler kendilerini… Hatırlamak isterim onlara, dünya Sultan Süleyman’a kalmadı… Uzaklara gitmeye gerek yok, “Erkimiz bin yıl sürecek” diyen 28 Şubatçılar, çok değil on yıldan biraz fazla zaman içinde, yargıç önünde buldu kendini… Ağzından çıkan her sözcüğün yasa olduğu kudretli Kenan Evren sıradan “mücrim” olarak sürdürüyor ahir ömrünü.. Gün olur, devran döner sizden de, yalanlarınızdan da hesap sorulur elbet… Ne diyor tarihin derinliklerinden gelen söz: “Keser döner, sap döner, gün olur hesap döner…”