Sanırım ilk defa aynı gemide aynı korkuyla yol alıyoruz.
Dünya bir büyük sınavında daha içinden geçiyor.
Bunun, bir biyolojik savaş olduğu çokça dillendiriliyor bu günlerde, zira kim bu savaşı, neden, niçin başlattı, henüz tam manasıyla bilinmiyor.
Sadece kuru akılla varsayımlar üzerinden fikir üretiliyor. Elle tutulur bir gerekçe, maalesef mevcut değil.
Peki, gerçekten böyle midir? Gerçekten bu bir biyolojik savaş mıdır?
İlk çıkış noktası olan Çin’i suçlamaya kalktığınızda, kendini bile bile niye ateşe atsın ki gibi bir soru satırbaşı oluveriyor.
Ama bu Çini masum yapmaya yetmiyor elbette, akıllarda neden sorusu sıcaklığını koruyor.
Çok çabuk disipline olabilen bir toplum olarak, onlarda da bir deney olabilir belki bu süreç.
Yani varsayımlar.
İşin ucunda ve işin içinde ölüm var, dolayısıyla bunun öfkesi, bunun hesabı ilerleyen zamanlarda çıkacaktır ortaya. Bu da yorgun, yılgın dünyayı, bir kez daha yeniden karıştırmaya yetecektir.
Amacından sapan insanlık, deneysel zaferlerin peşinden koşmakta değil mi şu halde.
Böylesi büyük bir küresel felaketin, ayırım yapmaksızın, hiçbir ülkeye, mevki ye inanca eyvallahı olmaması düşündürücü değil mi sizce de.
Gözümüzde büyüttüğümüz, yere göğe sığdıramadığımız, öykündüğümüz, lüks yaşamlara meylettiğimiz ülkelerin, gerçekleriyle yüzleşiyor olmak, bu günlerde durup kendimize bakmamıza en büyük neden sanırım.
Bundan daha iyi öğretici bir ev ödevi olamazdı herhalde. Keşke bu yolla öğrenmeseydik. Önceliklerimiz sorgulanmalı çok geç kalmadan.
Gerçi çok çabuk unutulur, çok çabuk kalınan yerden devam edilir o ayrı…
Yine de arsızlık olarak nitelendirdiğim, bunca aç açık insanın olduğu dünyada, dışarıda herhangi bir ülkeye giden sıcak paranın, bir lüks-hiç pahasına harcanıp tüketilmesi konusunda şaşkınlığım baki.
Birbirimizin koşullarını iyileştirmek için verilen fırsatlarda, sorumluluk almadığımız her anın faturası olabilir ödenmek de olan.
Biz Ülke olarak bu virüs konusunda henüz zor günlerin başındayız. Henüz tabloda bu konuda çok çok bedel ödeyen ülkelerden gerideyiz. Amma velakin istatistik olarak namlunun ucundayız.
Dünya rutin dönme işlevini gerçekleştirirken, gerçekleştirebiliyorken bu günlerin de geçeceğine olan inancımız, beklentimiz, bizi bir nebze de olsa tutunduruyor yaşama.
Tarih, insanoğlunun başına gelen bir sürü felaketlerle dolu zira.
Yarının ne getireceğinden habersiziz, elbette bundan daha kötüsü olabilir mi hiçbir bilgimiz, öngörümüz yok bu konuda, ancak garantide de değiliz, artık bunu biliyoruz.
Biz mi dünyayı kılıfımıza uydurduk, dünya mı bizi bir kılıfın içine hapsediyor, takdir sizin.
Kendimizi göz göre göre çaresizliğe teslim ediyoruz. Başka türlüsü şu durumda imkânsız çünkü.