KİLİMLİNİN KATLİ

Abone Ol
 
   Kilimli, eskiden cehaletin ve çevre bilincinin ne boyutlarda olduğunun ve insanlarımızın harika bir doğayı nasıl katlettiğinin canlı bir örneğidir. Kilimlinin eski halini bilen yaşlılar ne demek istediğimi anlayacaktır.
   Kilimli neresi mi? Bilmeyenlere tanıtayım: Kilimli birkaç sene öncesine kadar Zonguldak şehir merkezinin bir parçası iken yeni kaza olmuş  bir yerleşim yeridir. 
Çocukluk ve gençlik yıllarım dahil 45 yılımı geçirdiğim Kilimli,  Karadeniz sahiline uzanan, bir tarafı denizle, diğer üç tarafı yemyeşil tepelerle çevrili bir vadiye yerleşmiş şirin bir şehirdir. Ama yıllar öncesine dönersek Kilimli şirin değil, doğa harikası bir yerdi. İşte ben şimdi o yıllar öncesine dönmek istiyorum.
   Kilimli'ye ben ilkokul ikinci sınıfta iken, yani 1953 yılında gelmiştik. Tabii ki ben o yıllarda hem çocuk olduğum için hem de henüz başka bir yer görmediğim için Kilimlinin değerini bilmiyordum. Bunu Türkiye'ye ve dünyaya açıldığım yıllardan sonra ancak öğrenebildim.
   Benim geldiğim yıllardaki Kilimli, Karadeniz'in 150 - 200 m  kadar içeriye girdiği, takriben 1 km uzunluğunda yarım ay şeklinde bir koyun gerisindeki vadi içinde, küçük bir kasaba idi. O zamana göre oldukça modern planlanmış, Kömür İşletmelerinin yaptırdığı lojmanlar, okullar, parklar ve sosyal tesislerle taçlandırılmıştı. Türkiye'nin birçok yerinden gelmiş seçkin halkı adeta Avrupai bir hayat yaşıyordu. Türk halkı daha tenis kortunun ismini duymamış iken Kilimlide tenis kortları vardı. Kömür İşletmelerinin sinemalarında İstanbul ile aynı anda yabancı filmler oynardı.
   Burada benim asıl bahsetmek istediğim tabii ki Kilimlinin o zamanki sosyal ve kültürel yaşamı değil. Ama bir yabancı gözüyle o zamanki Zonguldak'ın, dolayısı ile Kilimlinin bu açıdan nasıl göründüğünü hatırlatmadan da geçemeyeceğim.
   Türkiyeyi ve özellikle Karadeniz vilayetlerini tek tek gezmiş olan İngiliz kadın yazar Clare Sheridan, bu günlerde Türkçeye ''Sade Türk Kahvesi'' adıyla çevrilen kitabında şöyle diyor: Zonguldak'ın zihnimdeki yansıması şu oldu:''Medeniyetin küçük ve gözlerden uzak kalmış ileri bir karakolu''
   Yani bana göre demek istiyor ki; ''Zonguldak Batı medeniyetinin doğudaki küçük bir kalesidir!'' Bu çok anlamlı ve önemli bir tespittir. Ve zihinlere kazınmalıdır!
   Şimdi size küçük bir anımı da anlatmak istiyorum. Belki böylece meramımı daha iyi anlatmış olurum.
   Sene 1954. İlkokul üçüncü sınıftayım. Sınıfımızın olduğu bina Kilimli Özel İlkokulunun ek binası idi. Bu binanın ön kısmı Kilimli sahili boyunca uzanan parke bir yola bakıyordu. Deniz tarafı ise kumsala oturtulmuş ayaklar üstünde idi. Yani binanın altı kısmen boştu ve deniz kumu ile kaplıydı. Ve zaman zaman kayıkların çekildiği bir nevi çekek görevi de yapıyordu.
   Bir gün öğretmenimiz bize şöyle bir soru yöneltti: ''Çocuklar, Karadeniz nerede?'' Bütün sınıf birbirine bakıyor. Kimseden tık yok. En sonunda şöyle dedi: ''Çocuklar, şu anda tamda Karadeniz'in üstünde oturuyorsunuz. Pencereden gördüğünüz bu denizin ismi Karadeniz!''
   Biz ne bilelim karasını akını; sadece deniz deyip geçiyorduk. İşte o gün gerçek adını öğrendik bu denizin.
   Karadeniz'i bilenler bilir; bazen çok coşar. Dalgalar öyle yükselirdi ki neredeyse sınıfın pencerelerine çarpacak sanırdık. Böyle zamanlarda korkardık. Yükselen bu dalgalar tabii ki kumsalda metrelerce ilerler sonra geri çekilirdi. İşte öyle zamanlarda dalgalar içindeki hamsi ve istavrit gibi küçük balıkları kumsala çarpar, dalga geri çekilirken bu balıklar ıslak kumda kala kalırdı. Bizde teneffüslerde kumsalda çırpınan bu balıkları toplar ve evlerimize götürürdük.
   Değerli okuyucular, o zaman sınıfımızın bulunduğu bu bina şimdi denizden takriben 150 - 200 m. içeridedir. Ne o harika koy ve kum kalmıştır ne de o balıkların bolluğu! İşte fecaat, yani çevre katliamı burada başlıyor.
   O yıllarda kömür ocaklarından ve lavuarlardan (kömür yıkama ve arıtma tesisleri) çıkan atık malzemeler denize dökülmeye başlandı! Şimdi bunu aklınız alıyor mu? Ama demek ki o zamanki kafalar bunu normal karşılıyordu. Çünkü buna hiçbir tepki gösteren olmamıştı. Şimdi olsa bırakın çevrecileri; halk isyan ederdi.
   Böylece ne oldu? Tabii ki önce denizin suyu kirlendi. Sonra deniz doldukça geri çekilmeye başladı. Deniz geri çekildikçe o güzelim plaj kayboldu ve sahil siyah ve gri renkli köşeli taşlarla kaplandı. Sonuçta koy diye bir şey de kalmadı.
   Bu günkü manzara şudur: Denizin çekildiği dolgu alanına Kilimli Belediyesi park, bahçe ve bazı sosyal tesisler yaptı. Kumsalın plaj özelliği de kaybolduğu için insanlar artık burada denize girmeyi pek sevmiyor.
   Maden atıklarının tahribatı sadece bu koyun kirlenmesi ve yok olması ile de bitmiyor. Bu koyun hemen sağlı sollu bitişiğindeki Hisararkası ve Alacaağzı koyları ve plajları da aynı akıbete uğramış durumda. Ha, birde batısındaki tepenin eteğinden akan bir zamanların şirin dereside çok kirlendi, ve şimdiki adı ''Karadere!''
   Değerli okuyucular, ben ''Kilimlinin Katli'' başlığını sadece buradaki korkunç çevre katliamı nedeniyle yazmadım. Meselenin bir de Kilimlinin geleceği ile ilgisi var. İzin verirseniz bunu biraz açayım.
   Bilindiği gibi, Kilimli aslında kömürle var olmuş ve kömürle büyümüştür. Ama ne yazık ki havzadaki kömür ocakları küçülme sürecine girmiş ve yakında da kapanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Tabii ki kaderini sadece kömür işletmelerine bağlayan Kilimlinin de geleceği pek parlak görünmemektedir. Bu nedenle Kilimlinin acilen alternatif projeler üretip geleceğini garanti altına alması gerekmektedir. 
  Herhalde büyükler bunu düşünmektedir!
  Benim burada esas gelmek istediğim husus; eğer Kilimli'de bu çevre katliamı olmasaydı Kilimli Karadeniz'in Marmaris'i veya Bodrum'u olabilirdi! Şimdi bazılarınız abarttığımı düşünebilir. Ben bu dediğim yerleri bilirim. Hatta dünyada da birçok turistik yerleri gezdim, emin olun Kilimli birçoğundan daha güzeldi. Sadece biraz makyajı eksikti!
   O koyların ve plajların hala olduğunu gözünüzün önüne getirin.. Kilimlinin coğrafi yapısının ve yerleşiminin son derece güzel ve müsait olduğunu da düşünün.. Ayrıca burada turistik tesislerin ve villaların olduğunu var sayın! Harika olurdu değil mi?
   İnsanlarımız, örneğin Zonguldaklılar,  Aziz Nesin'i haklı çıkarırcasına neden yazın en sıcak günlerinde Bodrum ve Marmaris gibi daha sıcak yerlere kaçıyor? Karadeniz Bölgesi gibi serin bir coğrafyada turistik yerler veya tatil yerleri olmamasından tabii ki! Eğer Kilimli bir turistik tatil beldesi olsaydı Ankaralılar ve hatta İstanbullular akın etmez miydi? Ben edeceklerine inanıyorum. Çünkü görüyorum ki insanlar hap kadar Amasra'ya bile kalabalıklar halinde günü birlik geliyorlar. Konaklama imkanı bile olmadığı için bir balık yeyip gidiyorlar. Halbuki balığın hası da Zonguldak'ta!
    Küresel ısınmanın arttığı ve insanların daha serin yerlerde tatil yapmak isteyeceği bir zamana doğru da gidiyoruz. Eğer Kilimli eski Kilimli olsaydı böyle bir zamanda değerinin daha da artacağı göz önüne alınırsa; bilinçsizce yapılan çevre katliamı nedeniyle ''Kilimlinin geleceği ile oynanmıştır.'' diye düşünüyorum!
   Ve ben buna ''Kilimlinin Katli'' diyorum!
   Bir zamanlar ve halen güzel insanların yaşadığı; çocukluğumu ve gençliğimi güzel hatıralarla geçirdiğim bu güzel şehre şans diliyorum...
   Bahtı açık olsun!..