''Kıvırcık'' kelimesi başka anlamlara da gelebilir ama bu yazının konusu Zonguldak'ın yerli halkıdır.
Zonguldak'a dışarıdan gelenlerin buradaki yerli halka ''Kıvırcık'' dediğini herkes bilir. Bazıları bunu yerli halkın etnik sıfatı olduğunu düşünerek kullanır. Ama çoğu yumuşak huylu, sakin ve uysal karaktere sahip bu insanları kendilerinden ayırmak için küçümseme ve hata aşağılama anlamında kullanmıştır ve hala da kullanmaktadır. Bu konuda bazıları öyle aşırıya gitmişlerdir ki, memleketlerine gittikleri zamanlarda, yerli halkı anlattıklarında, dinleyenler bu halkı başka türlü algılamışlardır.
Bunu daha iyi anlatabilmek için yaşadığım bir anekdotu sizinle paylaşmak istiyorum.
O zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) Karadon Bölgesinde başmühendislik yaptığım sıralardaydı. Sene 1983 veya 1984 olabilir. Alim Akça isminde sevdiğim bir arkadaşım vardı. Karadon Bölgesinin işçi bürosu amiri idi. Karısı Nurten Hanım da eşimle iyi anlaşırdı. Bu yüzden ailecek sık görüşürdük.
Bir akşam Karadon Memur Sitesindeki evlerine misafirliğe gitmiştik. Alim'in annesi de o akşam onlara misafirliğe gelmişti. Alim'in babası Giresunlu idi ve yıllar önce ölmüştü. Annesinin Çaycumalı olduğunu, hatta uzaktan akrabam bile olduğunu o akşam sohbet esnasında öğrenmiştim.
Alim'in annesinin anlattığı bir hikayeyi onun ağzından aynen aktarıyorum.
''Rahmetli eşimle evlendikten kısa bir müddet sonra, fındık zamanı geldiğinde fındık toplamak üzere eşimin memleketine gittik. Gittiğimiz akşam eşimin akrabaları ve komşuları bize hoş geldine geldiler. Ayrıca, ilk defa görecekleri için beni merak etmişler.
Hoş beşten kısa bir müddet sonra evde büyük bir sessizlik oldu. Baktım herkes hiç konuşmadan dikkatle bana bakıyor. Önce herhalde beni yeni gördükleri için tanımaya çalışıyorlar diye düşündüm ama sessizlik uzayınca merak ettim. İçimden 'Acaba bir yanlışlık mı yaptım; yoksa kıyafetimde falan bir acayiplik mi var' dedim. Şöyle kendimi bir yokladım, bende bir kusur bulamadım.
Dayanamadım sordum: 'Neden öyle bakıyorsunuz, acaba bilmeyerek bir kusur mu işledim?' İçlerinden biri, 'Yahu siz de bizim gibi bir insanmışsınız!' dedi. Ben de, 'tabii ki insanım, ne bekliyordunuz?' deyince de; 'Kusura bakma, bize Kıvırcıklardan bahsedilince başka türlü anlamıştık!' dediler!''
Bu hikayeden şunu anlıyoruz: İnsanlar kendilerine anlatılanlardan, Kıvırcık dediklerinin insan ile kıvırcık koyunu arası bir yaratık olduğu algısına kapılmışlar. Ama bunu ayıp olmasın diye söyleyememişler.
Peki, bu anlamda kıvırcık ismi nereden çıkıyor? Bu konuda çeşitli uydurma söylentiler var. En çok konuşulanı da Atatürk ile ilgili. Güya Atatürk Zonguldak'ı ziyarete geldiğinde, ağaç gölgesinde yatan işçileri görmüş de; ''Kim bu kıvırcık koyunu gibi kıvrılıp yatanlar?'' demiş!
Koskocaman bir palavra! Neden? Şundan:
Atatürk 26 Ağustos 1931 tarihinde deniz yolu ile Zonguldak'ı ziyarete geldiğinde; saat 11.30'da Ertuğrul Yatından inmiş, ve Üzülmez üretim bölgesini ziyaret ettikten sonra, saat 15.30'da Zonguldak'tan ayrılmıştır. Üzülmeze araba ile gitmiş, kömür treni ile dönmüştür.
Görülüyor ki Atatürk Zonguldak'ta sadece 4 saat gibi çok kısa bir zaman kalmıştır. Bu sürenin 3 saatini de Üzülmeze gidiş gelişlerinde ve buradaki incelemelerinde kullanmıştır. Aşağıdaki gerekçeleri sıraladığımda, Atatürk'ün malum sözü söylemeyeceği açıktır.
Bir kere Atatürk milleti için böyle aşağılayıcı bir ifade kullanmaz. Buna inanmak Atatürk'ü tanımamak ve hatta ona saygısızlık etmek anlamına gelir. İkincisi, Atatürk kalabalık bir heyetle, ve en üst düzey güvenlik tedbirlerinin alındığı bir güzergahta gidecek de onun yolu üzerinde kıvrılıp yatan insanlar olacak! Böyle bir şey söz konusu bile olamaz! Hem gündüz vakti insanlar niye yatıp uyusun? Hadi diyelim ki Atatürk bu insanları gördü ve bu sözü söyledi: Bu insanların Zonguldak yerlisi olduğu ne malum? Zonguldak'ta etnik kökenleri farklı bir sürü insan var; ne malum başkaları olmadığı!
Aslında kendilerini üstün gördükleri için, yerli halkı küçümsemek amacıyla, dışarıdan gelenlerin söyledikleri bu ''Kıvırcık'' sözünün gerçek tarihsel kaynağı şudur.
Bildiğiniz gibi, Büyük Selçuklu Devleti parçalandıktan sonra birçok beylik oluştu. Bunlardan Osmanlı Beyliği en batıda ve Rumlarla komşu idi. Kurulduğunda nüfusu ancak 300.000 kadar olan bu küçük devlet, Rumlarla kız alışverişlerinde bulunup onlarla akraba oldu. Zamanla da kaynaştı. Onları da arkasına alarak büyüdü ve güçlenerek Anadolu'daki gerçek Türk Beyliklerini teker teker yok etti.
Bu beyliklerden biri de Karamanoğulları'dır. Osmanlıların da baş düşmanıdır. Osmanlılar Türk kimliğini ve kültürünü sonuna kadar yaşayıp yaşatan bu beyliği II. Mehmet zamanında ortadan kaldırdılar. Bir arada kalmasınlar diye de halkını Balkanlar'a ve Anadolu'nun çeşitli yerlerine dağıttılar.. Bu beyliğin Kıvırcık Kolunu da Batı Karadeniz'e sürdüler.
Sonradan, Osmanlı İmparatorluğunun sürekli toprak kaybettiği gerileme döneminde; Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya veya Kosova gibi Avrupa topraklarında bulunan Türkler tekrar Anadolu ve Trakya'ya getirildiler. Getirilen bu Türklere, Avrupa tarafına yerleştirilen ilk Türkler'in torunları anlamında ''Evlad-ı Fatihan'' denilmektedir.
İşte bu Evlad-ı Fatihanın önemli bir kısmı da Zonguldak topraklarına yerleştirilmiştir. Dolayısı ile daha önce gelen Kıvırcıklarla tekrar buluşarak kaynaşmışlardır. Bu yüzden ayırım yapmamak maksadıyla halkın tamamına Kıvırcık denilmeye devam edilmiştir.
Bazı ciddi tarihçilere göre Kıvırcık denilen Zonguldak yerlilerinin kısa hikayesi budur. Gördüğünüz gibi, Zonguldak yerlileri aynı zamanda Evlad-ı Fatihandır.
Fakat hikaye burada bitmedi.. Üç tarafı dağlarla ve bir tarafı denizle kapalı olan, o tarihlerde yolu izi olmayan bu izole havzada yüzlerce yıl barış ve huzur içinde yaşayan bu saf ve barışçıl halkın kaderi Zonguldak'ta kömürün bulunuşu ile değişti.. Kendi halinde, neredeyse dünyadan kopuk yaşayan bu insanlar birden bire yurdun dört bir yanından gelen nispeten eğitimli ve uyanık insanlarla karşılaştılar..
Ben de bir Kıvırcık olduğum için konuyu fazla dramatize etmek istemiyorum. Ama şunu söylemeliyim ki; dışarıdan gelenler Amerika'ya ve Avustralya'ya giden Beyazlar oralarda kendi halinde yaşayan Kızılderililere ve Aborjinlere ne yaptılarsa, aşağı yukarı yerli halka aynı şeyleri yaptılar. Evet, soykırım yapmadılar. Topraklarını elinden almadılar. Ama köle gibi çalıştırdılar.
Zonguldak'ta kömür bulunup işletilmeye başlandıktan sonra, yani 19.yüzyılın sonlarından itibaren ilkel usullerle çalışan kömür ocaklarında ve en ağır şartlarda çalıştırıldılar. Hele Mükellefiyet dönemlerine bir bakın; bu insanların dramlarını daha iyi görürsünüz. Günümüze kadar bu ocaklarda binlerce şehit verildiğini, on binlerce insanın malul kaldığını, ve madenci hastalıkları yüzünden çok erken yaşlarda hayatlarını kaybettiklerini göz önüne aldığınızda, durumun vahametini daha iyi anlarsınız. Türkiye'nin ağır sanayisine en fazla katkı yapan ilin Zonguldak olduğu yadsınamaz. Bu demektir ki Türkiye'nin kalkınmasında bu Kıvırcıkların kanı ve gözyaşı vardır.
Şimdi ise bu özverilerinin karşılığı olarak, işsizlik nedeniyle kendi topraklarından göç etmek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü devlet Zonguldak'tan hep almış ve Zonguldak'a bir şey vermemiştir. Evet Zonguldak'a TTK kanalıyla epey para girişi olmuştur. Fakat bu para Zonguldak'ta kalmamış, aynen dışarı çıkarılmıştır. Paraları toplayan iş adamları ve tüccarlar bu paralarla Zonguldak'ta yatırım yapmamışlardır. Üstelik bu insanları başta tüccarlar, avukatlar ve doktorlar olmak üzere gelen giden soymaya kalkmıştır. Bin bir eziyetle kazandıkları üç beş kuruş ellerinden uçup gitmiştir.
İşte, yurt kalkınmasında canlarını ve kanlarını vererek büyük hizmetlerde bulunan; Rumeli'de ve Balkanlar'da yüzyıllarca Türk'ün bayrağının dalgalanması için büyük çileler çekmiş atalarımızın torunları olan; bu Evlad-ı Fatihan için ''Kıvırcık'' sıfatını küçümseme anlamında kullanmak insafsızlıktır ve etik değildir.
Tam tersine, bu fedakar ve cefakar insanlara saygı gösterilmelidir!