KOLTUK HASTALARI ve ANAYASA!

Abone Ol
KOLTUK HASTALARI ve ANAYASA!
 
Türkiye: Anayasa Mahkemesi Üyelerinin, ortada ‘Anayasa’ yokken üyeliklerini sürdürebildikleri bir ülkedir.
’82 Anayasası’nın geçici 11. maddesi bunun delili.
Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte, Anayasa Mahkemesi asil ve yedek üyesi olanların, kadro ve görevleri devam eder
Bu nasıl bir iş? Anayasa Mahkemesini tanıyan 61 Anayasası’nı ortadan kaldırıyorsun, diğer taraftan, o anayasa içindeki kurul üyelerine ‘devam’ diyorsun…
Bu satırlara rastladığımda( Hak – İş Anayasa Kurultayı- 1992), gündemdeki Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi konusuna değineyim istedim.
Türklerin Anayasa ile tanışmaları 1876’da, Osmanlı döneminde Teşkilatı Esasiye Kanunu ile başlar. O zaman; şimdi ki Cumhurbaşkanı yerine ‘Padişah’(Hukuk-i Mukaddesi), Meclis Başkanı yerinede Sadrazam vardı.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile tanışması ise 1921 de olmuştur. Sonra peş peşe gelmiştir ‘Toplumsal Sözleşme’ adı altında, topluma ‘ayar verme’ çalışmaları.
Cumhuriyet ve demokrasi nutukları altında ele alınmış ve topluma kabul ettirilmişlerdir genelde.
Kurtuluş Savaşında yedi düveli alt etmemize rağmen, Cumhuriyet’i ittifakla kuramamışız.
Onun içindir ki, Cumhuriyetin ilanından tam 27 yıl sonra Demokrasi’ye, çok partili hayata geçebildik.
Bu gün de yapılmak istenen; ihtiyaca binaen olsa da geçmişte yapılanlara yakın olması beklenmektedir.
Zira; toplumsal mutabakattan uzaklık; siyasi mutabakat olmayıştan anlaşılmaktadır.
Siyasette kullanılan dil, bunun ispatı değil mi?
Elbette, 1876’dan sonra yapılan anayasalar ile yarın yapılacak arasında fark olacaktır.
Kara Eylül hatırası ’82 Anayasası bile; yapılan değişiklikler ile ‘yamalı bohça’ya çevrilerek de olsa, birçok hak ve Özgürlük kazandırmıştır.
Bu gün, yapılan yanlışlardan biri, Başkanlık Sistemi ile Yeni Anayasa’nın birlikte tartışılmasıdır.
Hat ta, Muhalefetin; başkanlık sistemini öne çıkartmasıdır.
Hal bu ki, ister Türk Tipi(!) ister Amerikan ya da Fransız ve Meksika tipi olsun, başkanlık sistemini tartışmak ve oylamak, bana göre ‘abesle iştigal’dir.
Maalesef, iktidar karşısında ‘seçim kazanamayan’ ya da yıllardır kaybettikleri onca seçime rağmen koltuklarında oturanlar, olayı çarpıtmaktadırlar.
Bu gün Türkiye’nin ihtiyacı öncelikle ‘Başkanlık Sistemi’ değil, demokrasi ve hukuk üreten kendi siyasal sistemini oluşturacak, Yeni Anayasa’sını yapmasıdır.
Diyelim ki, parlamenter sistem, ihtiyaca cevaptan uzaktır. Doğrudur. Ancak, parlamenter sistemi çalıştırmayan, demokrasi’nin kurul ve kurallarına uydurmayan kimdir?
İktidar ve Muhalefetiyle mevcut siyasi yapı değil mi?
Kuvvetler ayrılığı ( Yasama- Yürütme- Yargı) kâğıt üzerinde bile muvazaalı.
Denetleyici rolünde, 4. kuvvet olması gereken basın ne haldedir?
Üçe bölünmüştür( Havuz Medyası, Holding Medyası, Paralel medya).
Bu gün, parlamentoyu (yasama)oluşturan vekiller, partilerinin tabanları tarafından mı seçilmektedir? Yoksa, lider sultası tarafından belirlenip, mevcut; halka mı oylatılmaktadır?
Türk Tipi Başkanlık(!) Sisteminde, bakanlar dışarıdan olsa ne yazar?
Denetim mekanizmasını oluşturacak vekilleri taban değil, lider belirledikten sonra!!!
Bundan önceki ‘beş anayasa’da, çağa ayak uydurmak, hak ve özgürlükleri genişletmek; devletin üzerinde yükseleceği sivil ya da uygar toplumu yaratmak için yapılmadı mı?
Peki, nedir bu darbeler, nedir bu toplumsal mutabakatı hançerleyen siyasi harakiriler?
Bulunduğumuz jeo - politik ortam itibarıyla, rahat bırakılmadığımız bir gerçek.
Peki, bu gerçeği görmezden gelmek ne kadar akılcı?
Küresel kurallara uyup, kendine yetmek ve ayakta kalmanın hedef olması gereken yer de, birbirini yemek neden?
‘Anayasalar, toplumsal mutabakat metinleri’, eyvallah...
Peki, anayasalara güzel sözler yazmak yeter mi?
Siz ‘anayasa’ adı altında özgürlükleri sıralayıp, kâğıt üzerinde bir metin haline getirin.
O metinleri hayata geçirecek kurumları, kuralları oluşturmaz, gereğini yapmazsanız ne işe yarayacak?
Bu güne kadar olduğu gibi…
Başkanlık Sistemi, Yeni Anayasa’nın üzerinde ‘demoklesin kılıcı’ gibi tutulmak için isteniyorsa ki; bu daha vahimdir.
Bu coğrafyadaki ‘huzursuzluk’ düzeni daha çabuk patinaj yapacaktır.
Bu coğrafya ki, her zamankinden çok, birlik- beraberliğe ihtiyaç duyulan zaman dilimi içindedir.
Artık, sadece Anayasa Komisyonlarında ‘iş bölümü’ değil, Ülkenin geleceği açısından her alanda ‘işbirliği’ yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Yasaları ‘gece yarısı’ taktiği ile çuvalla ya da torbayla geçirmek yerine; tabana yayıp, halka anlatıp, nihai çözüm yaratılmalıdır.
Muhalefet de, halk huzurunda samimi özeleştiri yapmalı.
Kaybettikleri onca seçime rağmen, koltuklarından kalkmayan Muhalefet liderleri; attıkları ‘Demokrasi’ nutuklarına inat, ne kadar demokrat olduklarını sorgulamalı…
Kendilerini, 1983 yılında yapılan Genel Seçimde, siyasete veda eden 12 Eylülcülerle karşılaştırsınlar yeter…
Muhalefet; beden diliyle alternatif olamayış yanında, halk huzurunda bile ‘masa’yı değil, kavgayı seçiyor. Sebebi gayet açık… Tabanı ikna edecek fikri üretimden uzak oluş.
Hal bu ki, içinde bulunduğumuz coğrafya, siyasi dağınıklığın, nelere mal olduğunu gayet açık gösteriyor. İstikrarın olmadığı ülkeler, devlet olma vasıflarını yitiriyor.
Kaldı ki, istikrar arayan ülkelerde bile iç karışıklıklar ile düzen değişiklikleri aranıyor.
Sonuç:
Başkanlık Sistemi yönetim biçimi olarak ele alınsın.
Parlamenter sistem üzerinde artıları anlatılsın.
Ancak, önce özgürlükçü katılımcı demokrasi, insan hak ve özgürlüklerine dayanan, güçler ayrılığı prensibini esas alan bir YENİ ve SİVİL ANAYASA yapılsın.
‘Söz konusu vatan olunca, gerisi teferruat’ diyenler, dürüst olmalı.
Ellerine geçirdikleri gücü, koltuk için kullanmamalı.
Muhalefetin hedefi, iktidar olmak değil, kurultay kazanıp, koltuğu deruhte etmek.
İktidarın ki ise, koltuk koleksiyonuna yenisini eklemek…
İktidar’ın hedefinin Yeni Anayasa olduğuna inanmıyorum.
Öyle olsaydı, ‘seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu’ değişikliği hazırlığı yapmazdı.
Yani, yamalı bohça’ya devam...
Hedef, fiili olarak uygulanan ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ni, resmileştirmek…
Padişah yerine Başkan, Sadrazam yerine Meclis başkanı…
Demek ki, 1876’dan bu yana, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi çok şey değişse de…
Fazla şey değişmemiş