Biliyorum haftalardır gece gündüz bu koronavirüsü dinlemekten yoruldunuz. Ama ben size bu virüsü, bu virüsten korunma veya tedavi yöntemlerini anlatacak değilim. Olaya farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışacağım.
Yazının başlığına bakıp da ''koronovirüsün misyonu mu olurmuş'' demeyin. Çünkü tabiatta olan her olgunun mutlaka bir sebebi ve misyonu, yani verilmiş bir özel görevi vardır. Koronavirüsünkini anlatmadan önce araya bir küçük fıkra sıkıştırayım.
''İspanya'da boğa güreşi yapılan bir arena.. Tribünler dolu.. Matadorun her hamlesinden sonra tribündekiler ayağa fırlayıp 'Oleee!' diye bağırarak tezahürat yapıyor.. Herkes yerine oturunca, cılız bir ses tek başına 'Oleee!' diye bağırıyor... Bir süre sonra diğer seyirciler bu kişiye 'Neden sen de bizimle beraber bağırmıyorsun?' diye çıkışınca, bakın adam ne cevap veriyor: 'Kardeşim ben boğayı tutuyorum!''
Şimdi bu fıkrayı okuyunca sakın benim koronavirüsü tuttuğumu sanmayın! Şimdilerde en büyük düşmanımız o. Üstelik kafayı bizim yaş gurubuna takmış! Ben onu tutar mıyım! Ama düşmanımız da olsa Sezarın hakkını Sezara vermek lazım. Ya da yiğidi öldür ama hakkını ver!
Evet, bu virüs çok tehlikeli ve acımasız. Ama insanlar ondan aşağı mı? Dünyada kendi türüne en büyük kötülükleri yapan ve öldüren canlıların en başında insanlar gelmiyor mu? İsterseniz insanlık tarihinin en başına gidelim. Taş devri insanı artık avlanamayan hasta ve yaşlıları, yiyeceklere ortak olmasın diye kafalarına taş vurup öldürüyordu. Bir örnek de Kızılderililerden: Filmlerde seyretmişsinizdir. Eskiden son baharda kış için göç zamanı geldiğinde; Kızılderililer artık faydası olmaz gerekçesi ile, yaşlıları orada bırakırlardı. Şimdi artık medenileştikleri için herhalde bırakmıyorlar dır diye düşünüyorum.
Taş devrinden bu güne gelirsek; değişen bir şey yok! Savaşlarda milyonlarca insan birbirini öldürmüyor mu? Dünya da her yıl işlenen cinayetlerde yüz binlerce insan hayatını kaybetmiyor mu? Kötülük yapmak sadece öldürmek değil tabii ki. Tecavüzlere, işkencelere, hukuksuzluklara ve haksızlıklara ne demeli!..
Kısacası kötülük insanoğlunun genlerinde var. Kardeşini, hatta anasını babasını bile öldürenleri din kitapları ve tarih kitapları uzun uzun anlatmaktadır.
İnsanoğlunun zararı sadece hemcinslerine değil tabii ki.. Daha 100 yıl önce 1 milyar civarında olan dünya nüfusu çığ gibi artarak bu gün 8 milyara dayanmıştır. Bu artış temposuyla 30-40 sene sonra bu rakam 30 milyarı da geçecektir. Evrende çok küçük bir gezegen olan dünya bu kadar insanı kaldıramayacaktır. İnsanlar şimdiden kirlettikleri atmosferin 1,5 derece ısınmasına sebep olarak mevsimleri bile altüst ettiler. Bu kadar insan kalabalığı tabiatın sınırlı kaynaklarına çekirge sürüsü gibi saldırarak hızla tüketiyor. Şimdiden tatlı su kaynakları azalmakta, tarlalar verimsizleşmekte, oksijen kaynağı olan ormanlar yok edilmektedir. Ayrıca, denizler kirlenmekte ve balıklar azalmakta, bazı hayvan türleri de yine hızla azalmakta, hatta yok olmaktadır.
Ben size bir şey söyleyeyim mi: Eğer bu nüfus artışı böyle sürerse ve insanlar aç gözlü olmaya devam ederse; gelecekte gıda ve su savaşlarının olacağı ve insanların bu yüzden birbirlerini öldürecekleri kesindir.
İşte insanoğlunu görüyorsunuz! Halbuki dünya sadece insanların değil, tüm canlıların dır. Ben söylemiyorum bilim adamları söylüyor: Eğer dünyada arılar, böcekler ve solucanlar yok olursa insanlar da yok olur. Ama insanlar yok olursa dünyaya bir şey olmaz. Aksin tertemiz, yemyeşil ve cıvıl cıvıl bir dünya olur!
Demek ki neymiş; insanlar doğanın dengesini bozmadan yaşamalıymış! Peki doğanın dengesi bozulduğu zaman ne olur? İşte o zaman koronavirüs gibilere görev düşer, misyon yüklenir! Tabiat kendisini tahrip edenlere karşı savaş açarak dengesini korumaya çalışır!
Doğanın dengesi deyince, bir anekdot anlatmak istiyorum. Bizon sürüsü hızını sürüdeki en yavaş bireye göre ayarlar. Eğer sürüye bir yırtıcı hayvan saldırırsa; en arkada kalan bu yavaş bizon yüzünden tüm sürü de yavaşlamak zorunda kalır. Ama yırtıcı hayvan doğal olarak en arkada kini yakalayacağı için sürü de daha hızlı koşma imkanına kavuşur. Böylece sürü de yavaş olan yaşlı veya hasta bireyden kurtularak daha dinamik hale gelir.
İşte koronavirüs de insan sürüsüne saldırarak bizim hikayedeki yırtıcı hayvanın yaptığını yapıyor! Yani birinci derecedeki misyonu bu!
Ama yine de insanlar kadar zalim değil. Örneğin çocukları öldürmüyor. Tecavüz etmiyor! Mikroba bağışıklık kazanmış fakirlere değil, steril yaşayan zenginlere daha çok musallat. Fakir ve zengin ülkeler arası vaka ve ölüm sayılarına bakarsanız bunu görebilirsiniz.
Şimdi gelelim koronanın ikinci derece misyonuna..
Beğendiğim bir Fransız ata sözü var: ''Tecrübe zalim bir öğretmendir; önce imtihan eder sonra öğretir!'' diye. Bakın bu söz ne kadar doğru. Korona bizi imtihan ederek ihmal ettiğimiz birçok şeyi hatırlatmak suretiyle adeta ders veriyor. Böylece ikinci derece misyonunu da yerine getirmiş oluyor. Verdiği derslerden bazılarını sayalım..
-Bilimin ne kadar hayati ve önemli olduğunu hatırladık.
-Temizliğin ve hijyenin önemini daha iyi anladık. Beden sağlığımızın ve bağışıklık sistemimizin güçlü olması gerektiğini gördük.
-Aile bağlarımız güçlendi. Erkekler evde eşlerine yardım etmeye başladılar.
-Kültür için olmazsa olmaz olan, ama bizim pek değer vermediğimiz kitap okuma alışkanlığı kazandık.
- Zengin fakir ayrımı yapmayarak insanların aslında eşit olduğunu hatırlattı.
- Özgürlüğün değerini evde kaldığımız ve dışarıda dolaşamadığımız zaman daha iyi fark ettik.
-Disiplinli olmayı ve toplumsal dayanışmayı öğrendik.
Değerli okuyucular, burada bizim ata sözlerinden de iki örnek vermek istiyorum: ''Bir musibet bin nasihatten evladır!'', ve ''Her şerde bir hayır vardır!'' İşte ben yukarıda bu virüsün bize öğrettiklerini sayarken demek istiyorum ki, ''Ey insanoğlu! Yukarıda saydığım ve virüs sayesinde değerini anladığımız veya hatırladığımız güzel şeyleri biz daha önce niye yapmıyorduk? İlle de böyle bir musibet mi bekliyorduk?
Zararın neresinden dönsek kardır hesabıyla hiç olmazsa bundan sonra dikkat edelim!''
Ayrıca, yine söylemek istediğim birkaç şey daha var. Çok kısa özetleyeyim.
Bir kere şu üreme işini frenleyelim. Çünkü yukarıda bahsettiğim olumsuz her şey insan kaynaklı. Dünya kaynakları daha az insana göre programlanmış. Bir çok bilim adamı da dünyanın sonunun insanların fazla çoğalmasından geleceğini söylüyor. 10 kişilik kayığa 50 kişi doluşursa batmak mukadderdir! Unutmayalım ki önemli olan çok insan değil, nitelikli insandır!
İkincisi, korkmayalım, paniklemeyelim, çünkü hastalığı yenmemize zarar verir. Moralimizi yüksek tutalım. Bu hastalığın yenilmesi abartıldığı kadar zor değildir. Yeter ki önlemlerimizi alalım. ''Evvela tedbir sonra tevekkül'' ata sözümüzü sakın unutmayalım.
Moraliniz düzelsin diye size Çin örneğini vermek istiyorum. Çünkü Çin koronovirüs salgınını neredeyse önlemiş durumda. Onu örnek almamızda büyük fayda var.
Çin'in nüfusu 1,5 milyara yakın. Bu ülkede doğal yollardan yıllık ortalama ölüm 20 milyon civarında.. Bunu günlük hesap edersek,55 bin yapar. Buradan hareketle, bir saatte ölen sayısının 2.300 olacağını görebiliriz. Peki, bu koronavirüsten bu güne kadar Çin'deki ölüm sayısı nedir? 3.300! Yani Çin'de bu hastalıktan 3 ayda ölen insan sayısı, doğal yollardan 1,5 saatte ölen insan sayısı kadar bile değil!
Demek ki neymiş? Bu virüs o kadar da korkunç ve yenilmez değilmiş! Ve eğer biz de Çin'in yaptığını yaparsak bu virüsü kısa zamanda yene bilirmişiz!
Son sözüm şudur: Bu virüs belası misyonunu tamamlayıp gittikten sonra, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü insanlar bundan, yukarıda da saydığım dersleri almışlardır Bu nedenle, bundan sonra bambaşka ve daha rafine bir toplumda yaşayacağınıza emin olabilirsiniz!
Bilmiyorum koronavirüsün misyonunu anlatabildim mi!..