Yaklaşık beş yıldır kendi penceremden bakarak “sevgi diline sadık kalmaya çalışarak” kapasitem oranında karalıyorum işte bir şeyler. Zaman zaman benimde kantarın topuzunu şaşırdığım olmuştur ama cümlelerim son dönemlerde yerel basının gündeminde kendinden söz ettirenlerin ifadelerinin kıyısından köşesinden dahi geçmemiştir. “Kim bilir belki de bende o kadar cesaret yoktu…”
Ta ki, kendi pisliğini benim üzerimde yıkama gafletinde bulunanlar hariç elbette.
Herkesin özel, tüzel yaşamı kokuşmuşluğu kendini bağlar, lakin pisliğini bir başkasının üzerinde yıkamaya kalkışırsa ve kurban seçiminde rotayı şaşırırlarsa, kalem karşılığını elbette verir. Etten kemikten yaratıklarız neticede.
Ancak bir gerçek var ki senin, benim kaleminin özgürlüğü, bir başkanın yaşam sınırlarının başladığı yerde biter. Ha sınır ihlali yapılıyor mu, pek tabi ki yapılıyor, işte mesele burada zaten.
İşte o sınır ihlalinin olduğu yerde de sevgi dili diye bir kavram kalmıyor ortada, nefret dili ister istemez devreye giriyor…
Bir okur olarak yapılan eylemin adını koymakta zorlanıyorum, gazetecilik mi yapılan, yoksa kişisel savaş mı?
Gazetecilik ile köşe yazarlığının, aynı şey olmadığını söyleyip dururlar yıllardır.
Buna örnek olarak da, gazeteciyle köşe yazarları kadar, muhabirlerinde ayrımını yaparlar.
Bir bütün olarak bakabilirsek duruma, saha da olup malzeme toplayan muhabirler ve o malzemeyi iyi pişirme yetisine sahip olan gazeteciler ve servis eden köşe yazarlarıdır. Hepsi bir bütündür ve bütüne hizmet ederler aslında.
Hatta biz de zaman zaman bu işi, sahaya inip haber koklamak, bilgi toplamak amaçlı eyleme geçirdiğimizde, yerel basınında görev yapan bazı şaklabanlar, gözümüzün içine bakarak sizden rahatsız olduklarını dile getirirler. Kendilerini üstün kılma çabası içine girerler nedense. Bunun psikolojisini bilirkişiler yorumlasın isterim zira bu kısım beni aşıyor.
Gazeteciler, muhabirler haberin peşine düşendir, köşe yazarı oturduğu yerden yazandır onlar için.
Bunun analizi değil yapmak istediğim, herkes çapı kadar konuşur, cesareti kadar da yazar… Özgürlük nereye kadardır mesele burada.
Köşelerden gelen o pis kokular görüyorum ki bu kentte hatırı sayılır cesaretli kalemler olduğunu tescilliyor. Yerel basın ve gündem, bir hayli pis kokuyor bu günlerde.
Şimdi aranızdan bazıları diyebilir ki, sen uzayda mı yaşıyorsun, o pis kokular hep vardı. Haklı olabilirsiniz ama hiç bu kadar kılıçlar karşılıklı çekilmemişti, bu kadar ayyuka çıkmamıştı ki dostlar.
Her insanın ahla ki kapasitesi aynı değildir muhakkak, bu konuda ayar çekmek hadsizliği de değil yapmak istediğim.
Gerçekten haberin peşinde koşup emek veren tüm gazeteci (!) arkadaşlarımı muhabirleri ve o haberleri yazan köşe yazarlarını ayrı tutuyorum. Emeğe saygım sonsuz zira…
Ancak.
Titrinin önünde” Sayın” yazan zevatları gözümüzde iki paralık ediyorsunuz ya sitemim ona.
Birkaç hafta önce kaleme aldığım köşe yazımda Zonguldak bir uçtan bir uca lağım kokuyor demiştim. Bunu söylerken de gerçekten o bildiğim insan pisliğini (!) baz alarak dillendirmiştim bu durumu.
Kente daha ilk adımı attığınızda, kokudan burnunuzun direği sızlıyor gerçekten de demiştim.
Maskelerden bile giriyor içeriye, neredeyse kusma seviyesine gelip tutuyorsunuz kendinizi demiştim.
Hadi diyelim ki alt yapı çalışmaları, yeniden biçimlendirme projeleri, yetersiz kanalizasyon giderleri, kentin altını üstüne getirdi, o yüzden bu kokular, yani gelip geçici. Zamanı geldiğinde çiçek açacak meydanlar buna eminim.
Peki, kalemin ucundan gündemin ta orta yerine yayılan lağım kokusunu aratacak kadar keskin olan köşe kokuları, onlar ne olacak.
Her köşesi, kalemi olan, bacak arası muhabbetimi yazacak. Okuma sen de diyebilirsiniz şu an, okumazsak haber dar olma işini nasıl çözeceğiz peki.
Neden bu karşılıklı kılıç kuşanmalar, nerede kaldı etik değerler.
Sınır ihlalleri elbette insanı çirkefleştirir ama bu kadarda kamuya mal olmuş kalemlerin, basın organlarının, seviyelerini düşürmeleri ne kadar doğru, bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Bu tür konular için kişisel sosyal mecralarında aktif olsunlar o zaman bu kadar ayağa düşmez köşeler.
Bu kentin etkin yöneticilerinin, o kokusu keskin köşelerde ismi geçen bürokratların, iş insanlarının sessizliği ise, konunun bir başka düşündürücü tarafı!
Zaten ülke olarak zor günlerden, zor zamanlardan geçiyoruz.
Herkes, birlik beraberlik olgusundan uzakta, ideolojik bir savaşın içine çekilmiş, senden, benden, ya da biz ve onlar ayrımına gelinmiş ot gibi yaşamaya çabalıyor. Evet, ot gibi, kılı kırk yararak yaşam savaşı veriyor birçoğumuz.
Hemen yeri gelmişken Sayınlı koltukları işgal edenlere bir eleştiride ben yapayım bakalım. Bel altına girmeden, sevgi diliyle elbette... İşe yarar mı pek emin değilim.
Kentin atanmış ve seçilmiş bürokratlarının birçoğunu bu vesileyle kınamak isterim. Malum Kastamonu Bozkurt ilçesinde Ülke tarihinin en büyük sel felaketi yaşandı. Ve benim eşsiz memleketim Bozkurt ülkemin her köşesi gibi. Atalarımın Rumlarla birlikte yaşamak zorunda kaldığı, sonrasında bağımsız oldukları topraklar.
Belki ilçeye giden bürokratlar oldu evet ama bu kentte Kastamonu Kültür ve Yardımlaşma Derneği diye bir dernek var.
Ben o lağım kokan köşelerde adı geçen, atanmış, seçilmiş bürokratların, iş insanlarının bi-zahmet onca acı kaybımız olan bir zaman diliminde, evet, nezaketen derneğimize ziyarete gelip, bir çayımızı kahvemizi içip, acımızı bizimle birlikte paylaşmalarını isterdim. İnsandan sayılmak isterdim, isterdik.
“Bu arada ziyaretimize gelip acımızı paylaşanlara minnettarım.”
Sadece koltuk kapma yarışında hatırlanıp, seçim dönemlerinde kapı çalmak değil mesele, asıl mesele insana, acıya değer vermek efendiler.
Kendilerine Lağım kokan köşelerde yer bulmaktansa, acıyı hafifletebilecek mecralarda isimlerinin dillendirilmelerini uygun bulurdum şahsen.
Zonguldak öyle her aklınıza estikçe yakasından çekiştirilip pisliğe bulanacak bir şehir değil zira.
Ya adam gibi işinizi yapın, bel altı, bel üstü kavramlarını gündeme taşımayın, taşıtmayın, ya da gerçekten gazetecilik muhabirlik yahut köşe yazarlığını hakkıyla yapanları ayırın. Sapla saman bir arada olmuyor.
Eğer o sütunlarda dillendirildiğinin aksine bir çekinceniz yoksa meslektaşlarıma bu kadar bel altı yazmalarına müsaade etmeyin. Söylenildiği gibi bir çekingeniz varsa şayet bir an evvel çözümleyin bu denli yere düşmeyin nolur.
Aziz şehrimin aziz insanları, bilirim ki lağım kokan köşelerde adı geçen bürokratlara, yöneticilere, iş insanlarına şu durumda asla saygı duymaz.
Ha eğer saygıyı hak etmediğinizi düşünüyorsanız o sizin bileceğiniz iş.
Ama şunu da unutmayın, burunda bizim burnumuz ama Zonguldak her köşesiyle çok fena kokuyor, ne yani, nefes almayalım da ( .ok) yoluna ölelim mi?