17 Ağustos 1999 sonrası. Evlerimiz orta hasarlı olduğu için kışı dışarıda geçirecektik. Apartmanların aralarındaki geniş boşlukları çadırlarla, barakalarla doldurmuştuk.
Ben bir küçük baraka oda yaptırdım. Komşum Erol, yan tarafa bir çadır kurdu. Böylelikle yeni bir yaşam alanı oluştu ailelerimize.
Yenikent'te kaybımız yoktu, ama artçılara karşı önlem amacıyla ve ev onarımları nedeniyle dışarıdaydık. Yönetimler, yardım örgütleri destek veriyorlardı. Hatta aylık destek de veriliyordu. O destekle komşum Erol, ilk cep telefonunu almıştı, Şereflikoçhisar'daki anneciğiyle konuşuyordu çadır önünde.
Elektrik de bağlanmıştı barakalara, çadırlara. Her önüne gelen bulduğu direğe bağlıyordu kablosunu. Çevredeki su borularına bağlanan hortumlar da dolaşıyordu ayakaltlarında. Seyyar tuvaletlerimiz de vardı. Bazen evlere kaçamaklarımız da olurdu.
Böyle yaşayıp gittiğimiz aylardan birinde, devletin bir yönetim birimi:
"Artık elektrik kullanımı için ödeme yapın! İlgili kuruma başvurun!" dedi.
Erol'la birlikte Tedaş'a başvurduk. Sağ olsunlar, ilgili görevliler, elektrik kullanımımızı hızlı bir biçimde resmîleştirdiler. Benim barakamın direğine, Erol'un çadırının direğine yepyeni bir sayaç yerleştirdik. Artık rahattık.
İşin tuhaf tarafı bizim gibi işlem yaptıran pek yoktu. Kimse zorlanmıyordu.
Ayda bir sayaç okuyucular gelirlerdi. Yüzlerce barakanın, çadırın arasında bizi bulmada zorlanırlardı. Herhâlde ödeme listesinde sadece bizim adımız yazılıydı.
"Hayri Sarı! Erol Tekin!"
Adımızı seslenen görevlilere yardımcı olurduk. Onları bulup sayacımızı okuturduk. Verdikleri faturanın bedelini ilgili veznelere yatırırdık gönül rahatlığıyla.
Övünmek gibi olmasın depozito da vermiştik geçenlerde bodrumda gördüğüm sayaçlarımıza.
Bugünlerde en tuhafıma giden şey: Görevliler niçin başvurmayanların adlarını listelememişlerdi de...
Son zamanlarda "kul hakkı" sözünü çok duyuyorum. Hafızamı zorluyorum. Bir türlü anlamlandıramıyorum sözü.
Artık karar verdim. KUL HAKKI, olsa olsa, bir halk ozanıdır. Çağrışımı böyle bende.